Geçtiğimiz perşembe günü Avrupa dünyasının aktif cephesinin farklı taraflarında ayrı ayrı mesajlar verildi.
Geçtiğimiz perşembe günü Avrupa dünyasının aktif cephesinin farklı taraflarında ayrı ayrı mesajlar verildi. Öncelikle Putin, basın ve halkın sorularını cevaplandırdığı geleneksel yıl sonu değerlendirmesini yaptı. Değerlendirmeye geleneksel diyoruz ama geçtiğimiz sene bu geleneksel soru-cevap düzeneği kurulmamıştı. Bu sene masanın kurulup, Putin’in “açık” bir platformda Rusya siyasetinin paydaşlarına sesleniyor oluşu söyleyecek bir şeyleri, verilecek mesajları olduğunu gösteriyor. Putin, Ukrayna Savaşı dahilinde Rusya’nın maksimalist pozisyonunu koruduğunu duyurdu. Operasyonun amaçları konusunda Ukrayna savaşının ilk aşamasında Rusya’nın yaşadığı başarısızlıktan sonra Ukrayna özelinde bazı amaçlar belirlenmiş, sahada o günden bugüne o amaçlarda pek bir değişiklik olmamıştı. Aslında Ukrayna savaşı öncesi Rusya, bu savaş olasılığı üzerinden yarattığı baskı ile Avrupa-Atlantik kurumlarını Avrupa güvenliği mimarisini yeniden Rusya ile müzakere etmeye davet etmişti. Davetiye Avrupa liderlerinin kapısına tam olarak ulaşmadı, bu konuda belki de yegâne güç sahibi olabilecek Almanya, hareketsiz kalmayı, kapı vurulursa duymamak için 40 kat battaniye altına saklanmayı tercih etti. Ve davetiyenin gittiği gerçek adres, ABD daveti küçümseyici bir ton ile reddetti. Rusya, baskı üzerinden kuramadığı masayı sahadaki gerçekliği dönüştürerek kurmayı arzu etti ve Şubat 2022’de rejimi dönüştürmek, Ukrayna sorununu kendi açısından çözmek ve Trans-Atlantik ailesine gönderdiği davetiyenin ne kadar ciddi olduğunu göstermek için Ukrayna işgaline başladı. İşgalin başarılı olmaması, Ukrayna rejiminin tüm Batı yanlılığı ile ayakta kalması ve Batı’nın bu savaşa hazır olduğunu göstermesi Rusya’yı hedefleri konusunda tekrar düşünmeye itti.
Rusya’nın amaçları
Ayrıca savaşın sürdüğü iki yıl boyunca Trans-Atlantik dünyanın genişlediğini ve konvansiyonel olarak güçlendiğini biliyoruz. ABD’nin savunma garantileri NATO’lu ve NATO’suz Kuzey Avrupa’ya yayıldı ve Kaliningrad üzerinden açılan deliği saymaz isek Rusya’nın Baltıklar üzerinden alan kapatma stratejisi izlemesi çok zorlaştırıldı. Bu fotoğrafı tamamlayacak şekilde Batı hemen hemen bütünleşmiş bir görüntü ile Rusya politikasını Rusya karşıtlığı ve Ukrayna direnişine destek olarak yeniden formatladı. Karşılıklı kayıplar yaşandı, Avrupa başkentleri maliyeti zaman içerisinde düşürecek alternatifleri aramaya devam ettiler ama bu iki sene içerisinde yeni bir Ost Politik (yani Rusya ile diyalog ve yakınlaşmanın yolunu bulalım çağrısı) gündeme gelmedi. Dolayısıyla Kremlin adına Ukrayna savaşı üzerinden Avrupa-Atlantik dünyasının temellerinde değişim talep etmenin imkânı da daraldı. Bugün savaşın Rusya lehine döndüğü düşünülen bir dönemde, Alman dergileri Rusya’nın gelecek iki sene Ukrayna’nın neresini kontrol edebileceğini tartışırken dahi bu fotoğraf değişmiyor. Yani Ukrayna Savaşı Rusya’nın lehine sonlansa, ya da bazılarının öngördüğü gibi, sonlanmasa, Rusya’nın lehine bir statükoda donsa dahi Kremlin’in Rusya’ya daha fazla güvence veren bir Avrupa güvenliğine ulaşması bir süre hayal olacak. Muhtemelen caydırıcılığın tıkır tıkır işlediği ve ancak silahların kontrolünün sınırlı bir formatta konuşulduğu bir dünyaya sahip olacağız. Bu öngörü yeni değil ve Rusya’nın Ukrayna Savaşı dahilinde kendi kazançları açısından maksimalist bir tutum takınmasını önlemiyor. Zaten, Kremlin “işgal” başarılı olmayınca, direnişin sanıldığından daha güçlü olduğu ortaya çıktığında bu küçülmüş maksimalist duruşu benimsemiş, Ukrayna’nın doğu ve güneyi üzerinden kurduğu baskı ile Kiev’in “denazifikasyonu, demilitarizasyonu ve tarafsızlaştırılmasını” sağlamayı hedef tahtasına oturtmuştu. Putin, perşembe günü yaptığı konuşmasında bu amaçlarda bir değişiklik olmadığını ve bu amaçlar gerçekleşinceye kadar Ukrayna Savaşı’nın süreceğini söyledi.
Bu üç amaç, Ukrayna’da hala bir tür rejim değişikliğini ön görüyor. Ukrayna’nın Batı yanlısı güçlerinin Rusya’nın askeri, siyasi baskısına direnç kapasitesinin, bu arada Batı desteği ile bu güçlere verilmiş konvansiyonel desteğin nötralize edilmesinden bahsediyor ve tabi Ukrayna-NATO bağlantısının (bu arada NATO Karadeniz varlığının Ukrayna limanları üzerinden güçlenmesinin) bir umut olarak bile var olmadığı günlerin geleceğini söylüyor. Rusya’nın Kırım ve Azak denizindeki hakimiyetinin karşı saldırı ile sökülüp atılamadığı bu günlerde Kiev tüm amaçlarını yerine getiremese dahi kazançlı. Amaçladığı rejim değişikliğini ve silahlardan arındırmayı gerçekleşirse zaten Ukrayna’nın gri bir alan olduğundan bahsetmemiz bile mümkün olmaz ve niçin Moskova-Kiev daha önce anlaşmadı diye sorulur. Zaten Putin bu tür soruların sorulabileceği bir ortamda olmanın rahatlığı ile Avrupa kıyısında savaşın Avrupalılar istese de istemese de devam edeceğini söylüyor.
Putin’i rahatlatan faktörler
Putin’i rahatlatan üç şey var. İlki, Ukrayna karşı saldırısının gönderilen tüm silahlara rağmen başarılı olmaması. Aslında karşı saldırının başarılı olma ihtimalini sorgulayan askeri uzmanlar bu senaryo tartışıldığı andan itibaren oldu. Direniş ve savunmanın avantajlarını, sağlanan savunma kapasitesi ile sağlamak başka şey, bir Rusya-Batı askeri kapışmasını tetiklemeden Rus kuvvetlerini çapalandıkları yerden sökebilecek şiddette bir taarruzu gerçekleştirmek başka şey. Bu nedenle karşı saldırının her zaman psikolojik bir şok yaratma gücünün olması gerektiği söyleniyordu. Bu şok için Ukrayna çok küçük bir cephe. Üstelik karşınızda devletlerinin çöküşü ile ilgili şoklar yaşamış bir Rus siyasal eliti var. Yani Kremlin ve çevresi jeopolitik, jeoekonomik ve insani şoklara alışık. Wagner isyanı- ilişkili veya değildi- elit içerisinde bir bölünme yaratmayınca bu tip bir karşı saldırı- psikolojik kriz ve şoku birleştirme şansı Batı/Ukrayna direnişi için kalmadı.
İkincisi, İsrail-Hamas çatışmasının Batı için bir utanç vesilesi haline gelmesi. Batı, İsrail’e destek vermek ile İsrail’in Gazze stratejisine destek vermeyi birbirinden ayırmadan bir tutum belirlemekte son derece acele etti. Bu acelenin ardında İsrail’in zarar görmüş caydırıcılığını bir an önce tamir etme isteği de vardı. Ama sonuçta bugün İsrail’in Gazze saldırılarının sebep olduğu insani kayıp çok yüksekken, İsrail altyapıyı yok etmeyi bir savaş stratejisi olarak benimsemişken Rusya’yı Ukrayna’da yaptıkları nedeniyle suçlamanın temeli kalmadı. Üstelik İsrail merkezli güvenlik stratejisi Batı’nın fikriydi ve başarısız oldu. Üstelik ABD’nin konuyla bizzat ilgilenmesi gerekiyor, İsrail’e mühimmat desteğini sürdürmek kilit önemde ve Amerikan kamuoyu Irak ve Afganistan’dan sonra sonu belirsiz başarısız savaşlara yeniden bulaşmaktan rahatsız olabilir. Putin konuşmasında bu gelişmelerin farkında olduğunu hissettirdi. Elini ahlaki olarak yıkamış bir görüntü çizdi (ki Batının hatasının sonucu bu) ve dahası geçtiğimiz günlerde İsrail-Hamas çatışması ve Filistin meselesinde Avrupa’nın gerçek değerlerini tek başına savunduğunu Yunanistan ziyareti vesilesi ile Avrupa kamuoyuna duyuran Erdoğan’ın duruşunu uzun uzun övdü.
Üçüncü konu, ABD’nin müdahaleciliğinin getirdiği maliyetin taviz verme tartışmalarını beraberinde getirmesi. ABD bir süredir klasik bir müdahalecilik uygulamıyordu. Vekiller, ortaklar, eksenler siyaseti üzerinden ilgili bölgelerde kimi zaman ön alıcı kimi zaman basit dengeleme politikası izliyordu. Ancak vekiller dayanamadı, ortaklar vuruldu ve eksenler çöktü. Sonuçta Kongre Ukrayna’ya verilmesi gereken yardım konusunda ayak sürümeye başladı. Biden, Amerikan kamuoyunun başarısız savaşlar konusunda eğilimini bildiğinden demokrasi oyununu oynamak, Kongre’deki muhalif seslerin duyulmasına izin vermek zorunda. Ama tüm bu “emin olmama halinin” ABD’de seçim arifesinde “taviz gibi görünmeye tavizler verilebilir” havası yarattığı da açık. Bu nedenle Putin konuşmasında Ukrayna’ya Batı’nın askeri ve finansal yardımının sonsuza dek sürmeyeceği temasını bol bol işledi. Rusya’nın cephe genişletmesine dolayısıyla seferberliğe ihtiyaç duymadığını direnmesinin kazanmak için yeterli olacağını söyledi. Böylece maksimalist duruşunu kısmen eğip bükmüş Rusya’yı maksimalist taleplerini geleceğe taşıyan bir noktaya getirdi. Rusya’nın direnmesini kolaylaştıran Rusya dışında pek çok faktör var. O faktörlerden biri olarak gördüğü, nihayetinde AB’nin Ukrayna yardım fonunu veto eden isim, Orban’ı da gerçek bir dost olarak nitelendirdi.
AB, Orbanizmi aştı mı?
O sıralarda Orban, AB liderlerinin Konsey toplantısı vesilesi ile buluştuğu odadan “kibarca” dışarıya davet ediliyordu. AB Konseyi Batı’nın Putin’in işaret ettiği Rusya için kazançlı statüko/donma noktasında (-ki bu statüko gri alan dediğimiz alanlarda oluşacak, bu nedenle konuşmasında Putin Ermenistan ve Moldova’yı uyarmayı unutmadı) kan kaybedeceğinin farkında. Üstelik sembolik olarak her şey Ukrayna nüfusunun hemen hemen yarısı AB’ye katılmak istiyor diye 10 yıl önce Maiden ayaklanmaları ile başlamıştı. Bu nedenle Avrupa’nın bir şey söylemesi gerekiyordu. Eskisi kadar zengin olunmasa da hala Ukrayna için para ayırabilen bir noktada Brüksel ama işte Visegrad Grubu üzerinden kendi küçük klübünü oluşturmuş Orban paranın Kiev’e ulaşmasına engel oluyor. ABD’nin Trumpizmin geri dönüş sancılarında boğuştuğu bir dönemde Brüksel, AB’nin Orbanizme toslamasına izin vermedi. Scholtz, Konsey karar alsın diye (makul bir ücret karşılığı- dondurulan fonlar) Macar lideri Konsey toplantısının dışına davet etti ve Konsey yeni AB genişlemesinin düğmesine bastı. AB, Ukrayna, Moldova ve Bosna-Hersek ile üyelik müzakerelerini açma ve Gürcistan’a aday ülke statüsü verme kararı aldı. Böylece Batı, AB aracılığı ile gri alanlarda Rusya için kazançlı statükonun oluşmasını kolaylaştırmayacağı, mücadelenin bitmediği mesajını veriyor. Silah ve para ile donatılmamış fikirler güçlü alıcılar bulabilir mi, konu Batı kulübüne katılmak olduğunda genelde bulur ama işin mihenk noktası şu: Eğer Ukrayna’da Batı yenilirse o zaman silah ve para ile donanmamış herhangi bir fikri kimseye satamaz. Sonuçta, tüm tarafların direnme üzerine kazancı kurduğu bir noktadayız. Bakalım oyundan ilk kim düşecek?