Ukrayna-Rusya Savaşı devam ederken kamuoyunun ilgisi hala kimin/kimlerin kazançlı çıkacağı üzerine odaklanıyor.

Ukrayna-Rusya Savaşı devam ederken kamuoyunun ilgisi hala kimin/kimlerin kazançlı çıkacağı üzerine odaklanıyor. Savaş sürerken, taktik değil stratejik düzeyde ve jeopolitik olarak kimin kazançlı kimin kayıpta çıkacağını tahmin etmek kolay değil, muhtemelen farklı düzeylerde kayıplar ve kazançlar söz konusu olacak. Moskova, bu operasyonu “savaş” haline getirerek üstlendiği maliyete rağmen yeterince direnirse (ki bu hem sahada operasyonların maliyetine direnerek ilerlemesi hem de Rusya içerinde üstlenilen ağır ekonomik maliyetin makul bir sürede telafi edilmesi anlama anlamına geliyor) hala kazançlı çıkma ihtimali olduğunu düşünüyor olmalı ki sahada güç kullanmaya devam ediyor.

Son haftanın bilançosu

Elbette geldiğimiz noktada diplomasinin şansının öldüğünden bahsetmek mümkün değil. Taraflar, kolaylaştırıcı ülkelerin -ki bunlardan biri Türkiye- rolünü kabul etmiş görünüyor. Manalı ve kalıcı olması umulan bir ateşkes için tarafların öne sürdüğü şartların bir kısmı uluslararası toplum ile de paylaşıldı. İronik bir biçimde Ukrayna’da savaşın çıkmasının önünü en çok açan konuda, Ukrayna’nın tarafsızlığı konusunda Kiev ve Moskova çok ayak sürüyormuş görünmüyorlar. Tabi, bu Kiev’in, tarafsızlığını kendisi adına kabul edilebilir kılacak şartlar aramadığı anlamına gelmez. Zaten şimdiden güvenlik garantileri ve garantörleri konusunda fikir alışverişinde bulunduğu biliniyor. Ve yine tabi bu garantilerin Budapeşte Anlaşmasındaki garantiler gibi altı boş garantiler olmaması için Ukrayna savunmasının aktif olarak Batı tarafından güçlendirilmesi fikri ortaya atılıyor. Moskova, bu tip stratejik yoklamalara tam ne diyor bilemiyoruz ancak bu tip fikirleri şu anda Batı adına cazip hale getirenin de Rusya’nın sahada Ukrayna direnişini kırmakta zorlanması gerçeği olduğu unutulmamalı. Moskova, 24 Şubat öncesi-sonrası sınır bölgesine yapmış olduğu güç aktarımı ile Ukrayna’yı küçük dilimler halinde yutma fikrinden, bir lokmada rejim değişikliği aracılığıyla ham yapma fikrine geçiş yaptığında – Ukrayna coğrafyasının büyüklüğü de düşünüldüğünde- kendi adına tüm bu zorlukların önünü açtı. Henüz, Batı’nın Kiev’e yapacağı aktif savunma desteklerinin tarafsızlıkla nasıl kol kola gideceği meselesi ya da Ukrayna alt yapısının kim tarafından nasıl ayağa kaldırılacağı meselesi açıklığa kavuşmuş değil. Üstelik anlaşılıyor ki taraflar arası görüşmelerde Donbass ve Kırım meselesi hala en güç uzlaşma konusu olmaya devam ediyor. Mesele sadece Ukrayna’nın toprak bütünlüğü meselesi yani bir ilke meselesi de değil, mesele bir noktada Kırım’a dayandığı anda konu artık Rusya için “büyük güç olma” iddiasını Karadeniz’deki yetenekleri üzerinden geleceğe taşıyabilmesi meselesi. ABD’nin -özellikle de Rusya’nın belirli ve belirgin kırılganlıklarını açık açık görmüşken- Kremlin’in hayallerini yaşamasına kolayca izin vermeyeceğini tahmin edebiliriz. Bu nedenle diplomasi masası özenle kurulsa ve korunsa dahi özellikle zor konular olarak zikredilen Kırım, Donbass gibi alanlarda pazarlığın üzerine ABD ve İngiltere’nin gölgesinin düşmesi kaçınılmaz. Zaten konuyu takip edenler iyimser mesajları olumlu karşılasalar da çatışmaların sürebileceği yönünde uyarılarını da yineliyorlar.

Petrol arz şoku beklentisi ve Körfez bağlantısı

Tüm bu nedenlerle gerçek kazanç-kayıp bilançosu beklenirken, geldiğimiz noktada kim ne kadar kazanç ve kayıpta, bu husus özellikle günün ekonomik verileri üzerinden okunuyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın Şubat petrol raporunda petrol fiyatlarında yüzde 15’lik bir artış gerçekleştiğini okuduğumuzda Daniel Yergin’in son röportajlarından birinde altını çizdiği hususa ister istemez hak veriyoruz: Yergin’e göre bugün jeopolitik krizin de bir uzantısı olan enerji krizinden şu anda tüm üretici ülkeler kazanç elde ediyorlar. Tabi söz edilen jeopolitik krizin Ukrayna-Rusya savaşı olduğu ve Rusya’ya yönelik yaptırım kararlarının da kısa süre içerinde etkisinin hissedileceği unutulmamalı. Zaten IEA’nın mart ayı petrol raporu Rusya’ya uygulanan yaptırımların etkisinin hissedilmesi ile küresel bir petrol arz şoku yaşayabileceğimiz uyarısını önümüze getiriyor. Raporun OPEC +’ın arzı kademeli olarak ılımlı bir şekilde artırma politikasına bağlı kaldığını belirtmesi ve yaşanabilecek şok durumunda piyasaların istikrarı için yeterli stok kapasiteye sahip iki adresi; BAE ve Suudi Arabistan’ı işaret etmesi dikkat çekici. Bu durum, Körfez ülkeleri- Rusya, Körfez ülkeleri-ABD ilişkilerinin yeniden mercek altına alınmasına neden oldu.

Aslında bu ilginin bir de Avrupa ayağı olduğunu atlamamak gerek. Ne de olsa AB’nin toplam doğal gaz ithalatının %41’i, toplam petrol ithalatının da yüzde 25’i Rusya’dan geliyor. AB bu rakamları mümkün olduğunca azaltmak için alternatifler düşünüyor. Rusya’dan alınan enerji kaynaklarına alternatifler sıralanırken Körfez ülkelerinin hemen akla gelmesi hem kapasiteleri hem de ABD ile geliştirdikleri özel ilişki nedeniyle sürpriz değil. Nitekim, Ukrayna krizinin savaşa doğru evirilme aşamasında ABD, Katar’ı NATO üyesi olmayan stratejik müttefik olarak görmek istediğini açıklamış, Katar’ın Asya pazarına gönderdiği LNG’nin karşılıklı yeni anlaşmalarla Avrupa pazarına yönlendirip yönlendiremeyeceği tartışılmıştı. İngiltere, ABD ve Fransa’dan yetkililerin Riyad ve Abu Dabi’de kapı çaldığı ve iki başkenti ikna etmeye çalıştığı biliniyor. Daha az bilineni ise Rusya’nın da bu ülkelerin kapısını çoktan uzaktan ve yakından çaldığı.

Rusya-Körfez ilişkileri ABD açısından neden hayal kırıklığı?

Bu noktada genellikle Rusya’nın yapabileceklerine atıfta bulunmaktan hoşlanıyor Batı medyası ancak mesele sadece Rusya’nın yapabilecekleri değil- ki Rusya İran nükleer anlaşmasını yokuşa sürerek ve Körfez’e paralar yağarken İran’ın sabrını zorlayabileceğini göstererek ne yapabileceğini de hatırlattı zaten. Ancak unutulmamalı petrol fiyatları konusunda itiş kakışın yaşandığı 2020 yılında Riyad da Moskova’ya neler yapabileceğini göstermiş, hatta Doğu Avrupa’da Rusya’nın geleneksel müşterilerine ulaşarak doğrudan satış gerçekleştirmişti. Cinzia Bianco yeni kaleme aldığı bir raporda Riyad’ın Polonya ve Danimarka’da nabız yokladığını hatta anlaşmalar imzaladığını bize anımsatıyor. Kısaca Rusya-Körfez ülkeleri denkleminde iki taraf da birbirini kayıplara zorlayabileceğinden Suudi Arabistan ve BAE’nin ABD’yi biraz hayal kırıklığına uğratan tavrını açıklamak için daha farklı, daha fırsatçı motivasyonlara ihtiyaç duyuyoruz. Rusya’nın ve Çin’in Körfez ile geliştirdiği stratejik işbirliğinin temelinde ABD’nin Ortadoğu’yu terk edip etmeyeceği sorusu olduğundan ve ayrıca IEA raporunda bahsedilen petrol kapasitesi ile ilgili gerçeklerden Washington bugüne kadar, bu iki başkentin “dengeli” tavrından duyduğu hayal kırıklığını açıkça ifade etmemeyi tercih etmişti. Mesajını daha çok dolaylı yollarla Katar’a gösterilen ihtimam ile ya da İsrail-Türkiye yakınlaşmasından duyduğu memnuniyeti ifade ederek göstermeyi seçmişti ABD. Ancak bu hafta Başer Esad 2011’den sonra bölgeye yaptığı ilk yurtdışı ziyaretinde BAE’nde ağırlanınca, BAE ve Rusya’nın Hafter’e verdiği destek, Rusya’nın Şam üzerindeki gücü hatırlanıverdi. Ve ABD Dış İşleri sözcüsü Price, “Assad’ı meşrulaştırma yönündeki bu çabadan duydukları hayal kırıklığı ve rahatsızlığı” gazetecilere ifade etti.

Körfez ülkeleri, başta da Suudi Arabistan, BAE ve Katar ABD-Rusya rekabetinin bölge jeopolitiğinde değişikliklere neden olacağını gözlemliyorlar. Herzog, Miçotakis ve Scholz’un Ankara ziyareti, ABD ve Katar arasındaki temaslar, Antalya Diplomasi Forumu’na gelip gidenler gözlerden kaçmıyor. Riyad ve Abu Dabi bu ziyaretlerden önce yollarını Ankara ile kesiştirdikleri için memnundurlar. Ancak öte yandan, kazanç sahaları daralmadan daha çok kazanabilecekleri imkanları zorlamak ve yeterince fazla pazarlık kartını elde toplamak da istiyorlar zira biliyorlar ki ABD kendileri üzerindeki baskıyı artırırsa (hedef Çin iken Washington’un çok radikal davranması da zor) ya da Rusya Doğu Akdeniz-Kuzey Afrika hattında bir hata yaparsa alıştıkları hareket serbestliğini sınırlamak zorunda kalacaklar.