Bugün 2000 yılından bu yana bütün dünyada hızlanan bir trendle artan popülist sağ iktidarlardan bahsedeceğim.
Toplumsal sürdürülebilirlik için kültür ve zihniyette bir sürekliliğin gerekli ve zorunlu olduğunu bir önceki yazımda belirtmiştim. Bugün 2000 yılından bu yana bütün dünyada hızlanan bir trendle artan popülist sağ iktidarlardan bahsedeceğim. Yazının ana fikri yer yer yirminci asır faşizmine de benzerlik gösteren bu popülist sağ siyasetin ortaya çıkışının toplumsal sürdürülebilirlikte gerçekleşen kırılmalar olduğu düşüncesidir.
SON DÖNEMDE YÜKSELEN POPÜLİST SAĞ İKTİDARLAR
Yirminci yüzyılda insanlığın tecrübe ettiği faşist iktidarlar (Almanya’da Naziler, İtalya’da kara gömlekliler, İspanya’da Franco ve Portekiz’de Salazar yönetimleri) ağırlıklı olarak şehirlerde yerleşmiş orta ve orta alt sınıflara dayanmaktaydı. Bu sınıflara mensup insanlar küçük memurlar, esnaf, büyük şehirlerin varoşlarında yaşayan lümpen proletarya idi. Aynı zamanda bu faşist siyasi hareketlerin ciddi miktarda yer altı dünyasından mensupları olduğu da bilinmektedir. Bu insanlar kapitalist toplumun alt katmanlarını oluşturmakla beraber sisteme karşı değillerdi, aksine sistemin içinde kalıp sistemin kazananlarından olmak istiyorlardı. Faşist partilerin saydığım bu seçmen kitlesi, aynı zamanda, yerel hemşeri dernekleri, tutucu ve ırkçı fikir klüpleri tarafından örgütlenmekteydi. Yani bağlı oldukları sosyal ağlar veya sosyal sermayeleri, faşist siyasi hareketlerin ellerinin uzanabileceği yerdeydi. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde bu saydığım orta ve orta alt sınıflar alım güçlerinin düşmesi ve ortaya çıkan belirsizlik nedeniyle demir yumruklu bir lider ile basit, dışlayıcı ve şovenist sloganlarla rahatlıkla yönlendirilebilir hale geliyordu. Özetle diyebiliriz ki, yirminci yüzyılın faşist siyasi hareketleri kapitalizmin yol açtığı eşitsizlik ve dengesizlikten kuvvetli bir şekilde etkileniyordu. Yani faşizm kapitalist toplumun doğasının tezahürü, belki de hilkat garibesi gayr-ı meşru çocuğu idi.
Bugün yirmi birinci yüzyılın ilk yirmi yılını, yani beşte birini, geçirdiğimiz bu günlerde faşist hareketlerin nemalandığı seçmen kitlesi popülist sağ iktidarlara zemin teşkil etmektedir. Ancak arada farklar da vardır. Bu farkların temel sebebi de küreselleşmedir. Küreselleşme bize hep insanların dünya vatandaşı olacağı, dünyada gelir ve servet dağılımının düzeleceği ve herkese daha çok refah üretileceği masallarıyla anlatıldı. Ancak 1990’lardan itibaren, şöyle bir bakıldığında, küreselleşme milli kimliklerin kırıldığı, devletlerin otoritesinin sarsıldığı, zengin ülkelerin servetleri artarken fakir ülkelerin iç savaş, salgın hastalık ve emperyalist saldırılarla yaşanılmaz hale geldiği bir dünyaya sebebiyet verdi. Bunun sonucunda yirminci yüzyıldaki dengesizliklere ek olarak uluslararası terörizm ve göç de patlak verdi. Fakir ülkelerdeki insanları işgücü havuzu olarak kullanan uluslararası terör örgütleri (PKK, IŞİD, EL KAİDE ve benzeri) dünyaya dehşet salarken, bu yaşanmaz atmosferden kaçan milyonlarca göçmen gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere akın etti. Kapitalizmin doğasında bulunan periyodik krizler ile eşitsiz gelir ve servet dağılımına ek olarak, krizle baş edemeyen zayıflamış milli devletler, göçmenlere duyulan tepkinin yabancı düşmanlığına dönüşmesi, terör sebebiyle ortaya çıkan güvenlik açığı gibi problemler de ortaya çıktı. Sonuç olarak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu gelişmelerden etkilenen orta ve orta alt sınıfların güçlü devlet, güçlü lider, yabancı düşmanlığı ve militarizm propagandası yapan partilere yönelmesi kaçınılmazdı. İşte bu partiler popülist sağ partiler oldu.
Ancak bu siyasi hareketlerin yirminci yüzyıldaki faşist hareketlerden farklı tarafları vardır: Daha gevşek ve pragmatist bir ideoloji, görünürde demokrasiden yana olmaları ve sadece gelişmiş ülkelerde değil ama gelişmekte olan ülkelerde de yaygınlaşmaları.
POPÜLİST SAĞ SİYASET VE FAŞİZM ARASINDAKİ FARKLAR
Bu yüzyıldaki popülist sağ hareketlerin geçen yüzyıldaki faşist hareketler gibi katı ve dogmatik bir ideolojiye sahip olmadıkları söylenebilir. Örneğin Nazilerin iktisadi ve siyasi ideolojisi ırk üstünlüğü teması altında militarist bir devlet inşası ana amacına yönelik olarak üretilmişti. Bugünkü sağ popülist siyasetin ise, bırakın belli başlı bir ideolojiye sahip olmasını, temel bazı siyasi ilkelerden bile yoksun olduğu görülmektedir. Sağ popülist siyasi hareketlerin tek amacını “ne olursa olsun iktidara gelmek”, iktidarda iseler “ne olursa olsun iktidarda kalmak” şeklinde özetleyebiliriz. Bu amaçlarına ulaşabilmek için bugün sağ yarın sol ekonomik politikalar uygulayabilirler, bir gün dışa açık bir ekonomiyi savunup ertesi gün dışa kapalı “yerli ve milli” bir ekonomiye övgüler düzebilirler. Aslında bu partilerin yönetici ve seçmenlerini bir araya getiren tek saik iktidarın sağladığı rantlar ve imtiyazların paylaşılmasıdır. Bu da aslında bu iktidarların kimliksiz, ideolojisiz, aidiyetsiz ve talancı bir kişiliği temsil ettiklerini gösterir. Yani lümpen proletaryayı…
Yirminci yüzyılın faşist siyasi hareketleri demokrasiyi emperyalist kapitalist güçlerin milletleri bölmek için kullandıkları bir yönetim sistemi olarak görürlerdi. Örneğin Hitler kitabı Mein Kampf / Kavgam’da şöyle der: “Demokratie ist ein Kuhhandel! Wir brauchen kein Demokratie! Wir brauchen ein Diktatoriat!” Yani, “Demokrasi bir davar pazarıdır! Biz demokrasi istemiyoruz! Biz bir diktatörlük istiyoruz!” Keza, Mussolini de, millet Meclisi yerine faşist usulünce tertiplenmiş bir kooperatifler meclisini ikame etmeyi savunurdu. Yani adamlar açıkça ve göğüslerini gere gere “tek adam ve tek parti diktatörlüğünü” savunuyorlardı. Öte yandan bugünün sağ popülist siyasi hareketlerinin her biri demokrasiyi, halk iradesini, seçimle iktidara gelmeyi savunmaktadırlar. Ancak bunlar siyaset bilimcilerin tabiriyle “çoğunlukçu demokrasi” taraftarlarıdır. Oyla iktidara gelen herkesin kafasına göre istediği gibi ülkeyi idare edebileceğini düşünürler. Çünkü kendileri dışında diğer görüşler ve partilerin milli iradeyi temsil etmediklerini iddia etmektedirler.
Üçüncü olarak, yirminci yüzyılın faşist siyasi hareketleri daha çok gelişmiş sanayileşmiş ülkelerde ortaya çıkmaktaydı. Çünkü o dönemde gelişmekte olan ülkeler diye bir ayırım yapılmamaktaydı. Türkiye dâhil bütün gelişmekte olan ülkeler aslında sanayileşememiş az gelişmiş ülkeler idi. Bugüne geldiğimizde, gördüğümüz, sağ popülist siyasi hareketlerin gelişmiş ülkeler kadar, hatta daha fazla, gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. Çünkü küreselleşmenin olumsuz etkileri daha çok gelişmekte olan ülkeleri vurmaktadır. Bu yüzden gelişmekte olan ülkelerde lümpen proletaryanın popülist sağ partiler etrafında daha yoğun bir şekilde örgütlendiği gözlemlenmektedir.
SONUÇ
Son yirmi yılda ağırlıklı olarak gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan popülist sağ siyasi hareketler milli kültürün sürekliliğinin ortadan kalkması, bu toplumların tam anlamıyla burjuvalaşamaması, şehirlileşememiş kimliksiz, eğitimsiz ve mesleksiz insan yığını olan lümpen proletaryanın nüfus içinde ağırlığının artması sebebiyle orta ve orta alt sınıflara dayalı olarak yükselmektedir. Bu iktidarlara örnek olarak Hindistan’da Modi, Macaristan’da Orban, Brezilya’da Bolsanero, Rusya’da Putin ve Ukrayna’da Zelenski iktidarlarını gösterebiliriz. Bununla birlikte gelişmiş ülkelerde de popülist sağ iktidarlar bulunmaktadır: İngiltere’de Johnson, ABD’de Trump, Fransa’da Sarkozy ve Macron yönetimleri gibi. Bu iktidarların ortak özelliği hamasi sloganlarla lümpen özelliği taşıyan seçmenleri örgütleme, kendi etrafında oluşturduğu bir kısım oligarklarla birlikte devleti talan etme, kurumsal siyaset ve devlet yerine keyfi idare oluşturma ve demokrasiyi sadece çoğunluk oyuyla iktidara gelinen bir yönetim biçimi olarak tanımlamadır. Normal şartlarda kapitalist bir ekonomide ve burjuva demokrasisinde bu tür siyasi hareketlerin esamisi bile okunmaması gerekir. Ancak gerek kapitalizmin doğasında bulunan eşitsizlikler gerekse küreselleşmenin yarattığı olumsuz etkiler bu siyasi hareketlerin yükselmesine neden olmuştur.
Pazartesi birer ileri demokrasi örneği olarak Rusya ve Ukrayna’yı anlatmak istiyorum. Bir de çok özlediğimiz Kasabanın Şerifi Trump’ın siyasi geleceği ile ilgili görüşlerimi paylaşacağım.