Türkiye'de Türk Lirası kıtlığı 10. yılına girdi. Maliye politikaları 2002 yılından beri mali disiplin kapsamında sıkılaştırılmış durumda.
Para politikası, teğet geçen 2008 krizi sonrası anormal bir faiz artışıyla sıkılaştırıldığından beri de TL’sızlığından piyasa boğulmak üzere.
Maliye politikalarını genişletmek çözüm olsa da başka sorunlar getirir. Çare para politikasını genişletmektedir.
Bugün sıkı para politikası uygulanarak kur yönetilmeye çalışılıyor. Para politikası genişletilirse kurun çıkacağı yönünde bir endişe var. Fakat görüyoruz ki kurdaki gelişmeler yurtiçi piyasa şartlarından çok küresel ölçekte şekilleniyor. Üzerine bir de manipülasyonlar ekleniyor. Bu iki şart etrafında kur trendini belirliyor.
Yani kur yükselecekse önleyecek güçte para politikası aracımız yok. Kur düşecekse de yurtiçindeki gelişmelerden bağımsız hareket ediyor.
Bu halde hem enflasyon hem kur hem de faiz yükseliyor.
Peki, para politikası ne işe yarıyor?
Sıkılaştırıcı para politikası uygulayarak kur, küresel gelişmelerden etkilenmese dahi düşürülemez.
Nedenlerine bir bakalım.
Öncelikle sıkılaştırıcı para politikası faiz oranlarını yukarı taşıyor. Faiz oranları yukarı çıktığı için en önemli üretim girdisi olan sermayenin maliyeti yükseliyor. Artan üretim maliyeti enflasyonu yukarı çekiyor. Enflasyonun güçlenmesi satın alma gücünü olumsuz etkiliyor. Bu durum talebi baltalıyor. Talepteki sıkışma yatırımlardan caydırıyor. Yüksek faiz de bu denkleme eklenince yatırımların gerçekleştirilebileceği bir ortam kalmıyor.
Ya da yüzde 20 seviyelerine dayanan TL faiziyle yüzde 3 seviyelerinde olan döviz faizi arasında üreticiler tercihe itiliyor. Bir tür faiz arbitrajı aranıyor. Döviz gelirleri olmadığı halde kurun yüzde 17 artmayacağını umarak döviz borçlanıyorlar. Döviz borçlanmaları döviz talebini artırıyor. Artan döviz talebi kuru yukarı itiyor. Kurdaki artış tasarruf sahibinin ilgisini çekiyor. İnsanların döviz talebi artıyor. Artan döviz talebi kuru yeniden yukarı itiyor. İç piyasada kur üzerinde bir etki oluşturulabiliyorsa ancak bu etki oluşturulmaktadır.
Üstelik oluşan dolarizasyon nedeniyle bankaların topladığı fon ve mevduatların yüzde 60’ı döviz cinsinden gerçekleşiyor. Bankalar bu kaynakları swap yoluyla TL’ sına çeviriyor. TL’sına olan talep bu şekilde büyüyünce tekrar faiz yukarı yönlü itiliyor. Kurdaki yüzde 10’luk artış 1 puanlık enflasyon etkisi yapıyor. Faizdeki yüzde 1 puanlık artış da öyle. Faiz kurdan daha hızlı büyüyor.
Elimizdeyse yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek kurdan başka bir şey kalmıyor.
Merkez Bankaları bağımsızlıkları hatırına yanlış yapamazlar. Sadece dillendirildiği için doğruyu terk edemezler. Bağımsızlık tek yorum sahibi olmak demek değildir. Doğrusu söylenemeyecekse bağımsızlıktan söz etmenin ne anlamı vardır?
Çözüm ortada, faiz indirilerek “hızlıca” yatırım ortamını canlandırmak gerekiyor. Geç olursa anlamsız trilemma içinde piyasalar yıpranacak.