Teknoloji, bilim ve insanlık. Tüm bunların etkisinde ve onların ekseninde debelenmek o kadar zor ki. Bilimin neleri ne zaman getireceği, bilim adamlarının neyi, ne zaman keşfedecekleri konusunda hiçbir fikrimiz yok. Hele bizim gibi gelişmekte olan ülke insanları için bilinmeyenler o kadar çok ki.

Orta yaşlı olanlarımızın, bugünleri ve uzun süre önce yaşadıkları. Düşünüp o zamanlarda bilimin sizlere sundukları nelerdi, bugün ise neler. Haksızlık etmeyelim, bilim adamları işlerini kolaylaştırmak içim yaptıkları bilimsel çalışmalarıyla günümüz teknolojilerinin önünü açma ve onlara yenilerini eklemek için neler yapmıyorlar ki.

Örneğin bilim teknolojilerinin temelini oluşturan elektiriğin, motorun bulunması, uzayı uzaktan seyretmek yerine oralarda neler olduğu merakının ortaya çıkardıkları. Bilim adamları için uzayda neler olduğu pek de merak edilir değil. Oralarda neler olduğunu icat ettikleri bilgisayar denen o ucu, bucağı bilinmeyen, neler yapabileceği sonsuz olan, icat edildiğinde, kocaman olan cihazlarının bugün avuca sığacak hale gelmişleriyle aklımızla alay eden ve yüzyılımıza adını veren bir oyuncak mı, yoksa bilgisayar kılığına girmiş çok bilmiş bir afacan mı?

Günümüz insanının millennium denilen 2000’li yıllara yaklaştıkça 7’den 70’e genç, yaşlı insanlığın aklını başından alan, hemen beraberinde iletişim çılgını interneti de beraberinde getiren bilgisayar. Teknolojiyi de kendi mantığının yörüngesinde yönetir oldu.

Bir düşünün, yine yaşı o çok eski yıllara erişebilenler; bundan 30 yıl önce yaşadığınız ortamda, çevrenizde neler vardı, şimdi neler var. O yıllarda elde edebildiğiniz teknolojinin cafcaflı ürünlerine, eskimesin, kırılmasın, bozulmasın diye ne kadar özenle bakardınız ve onları uzun süre değiştiremezdiniz. Bir de şimdiye bakın neler yapıyorsunuz. Bilgisayar kontrolündeki araç gereçlerimizi kısa kullanımdan sonra yenisiyle değiştirmek için nasıl can atıyoruz.

Teknoloji, bilgisayar ve de interneti bir kenara bırakalım, geçmişe otuz yıllık bir zaman dilimine uzanalım ve o zaman nelerimiz yoktu bir bakalım. Yaşam ölçütümüz olan paralarımızı nelere harcamıyorduk.

Cep telefonumuz yoktu, faturasını da ödemiyorduk.

Kredi kartımız yoktu, kredi kartı aidati ödemiyorduk.

Damacana, pet şişe su yoktu.

Dijital TV üyeliğimiz yoktu.

Basketbol maçları elektronik biletleri, kombineler yoktu.

Dadılar vardı ama gözeten kameraları yoktu.

Vitamin hapları yoktu.

Mesela, en çok canımızı yakan vergilerden ÖTV yoktu.

Spor salonlarına mini futbol oynamak için giderdik, spor solunu üyeliğimiz yoktu.

İnternet üyeliğimiz ve faturası yoktu.

Konsol üyeliği, bilgisayar oyunlarımız yoktu.

Hayatımızın en önemli günlerinden; olması da, olmaması da dert, “Sevgililler Günü” ve hediye almak yoktu.

Aklıma bunlar geldi, daha birçok yoklarımız vardır mutlaka. O zaman asgari ücretle geçinebilmek konusu o kadar gündemimizde yoktu. Mesela, hatırlayabildiğim kadarıyla bu kadar can yakan, topluma karalar bağlatan böylesine yoğun işsizlik sorunu yoktu.

Yine anımsayabildiğim kadarıyla bir şekilde geçinirdik ve geçinme derdi bizi o kadar yormazdı.

Oyuzyıl önce nelerimiz yoktu, şimdi nelerimiz var. Para yok, geçim derdi ise had safhada. Ve eğer yaşarsak, bunlar yoktu diyeceğimiz daha nelerimiz olacak.

Gelecek otuz yılda rahat yaşamak için olacaklar için şimdiden para mı biriktirsek ne!.

BİR TUTAM TEBESSÜM

TEMEL İNGİLİZCE KONUŞURSA

Temel Amerika'ya gelir uçaktan iner pasaport olayı filan falan

Göçmenlik Bürosu'na alırlar bunu, memur sorar:

- What's your name sir?

- Temel.

- Surname?

- Kaya.

- Sex?

Temel gayet sakin cevaplar:

- 3 times a week.

Memur şaşırır ve olayı toparlamaya çalışır...

- Sir you understood me wrong... I mean male? or female?

Temel yine hiç beklemeden cevaplar:

- Doesn't matter.