Türkiye'de bir sol partinin iktidar olacak şekilde sandıktan çıkması imkânsıza yakın zordur, ama olur da iktidar olursa, bu sol partinin işi kolaydır.
Türkiye’de bir sol partinin iktidar olacak şekilde sandıktan çıkması imkânsıza yakın zordur, ama olur da iktidar olursa, bu sol partinin işi kolaydır.
Öncelikle bir sonraki seçimde aynı başarıyı tekrarlamak gibi bir dertleri olmadığı için, vaatleri yerine getirmek gibi bir öncelikleri yoktur. Ancak daha da önemlisi bu sol partinin seçmeni, o partiden sanatsal, kültürel, edebî konularda bir şey yapmasını beklemez. Çünkü onların isteyeceği her şey fazlasıyla vardır.
Ama sandıktan iktidar olarak çıkma ihtimâli yüksek sağ bir partinin işi hiç de kolay değildir. Onca yatırımın sürdürülmesi, vaatlerin yerine getirilmesi, halkın refahı, dinî konularda devlet yapısının normalleşmesi, dini siyâsete âlet etmeme konusunda ikircikli tavırlar, dünya ile entegrasyon, her adımda kayma tehlikesi var zannedilen ana eksen, muhafaza edilmesi gereken gelenekler ve benzeri birçok elzem konunun yanında, bir de kültür, sanat alanında yapılması beklenen icraatlar.
Her türlü siyâsî ve ekonomik başarı ve altyapı yatırımları bir süre sonra oluşan alışkanlıkla görmezden gelinir. Zâten yapılması gerektiğinden yola çıkılarak “ee, daha yok mu?” denir. Bir taraftan her kesime hizmet etme iddiası varken, diğer taraftan “kendi mahallesi”nden atılan taşlardan yara almadan, uzatılan çelmelere takılmadan yola devam etmek zorundadır; bırakıp gidermez, emânete sâhip çıkmak gerekir.
Kuruluş Devrindeki Cumhuriyetimiz
Sağ ve muhafazakâr kesimin bundan sekiz-on sene öncesine kadar mâruz kaldığı tahkir ve aşağılama, sanki hiç yaşanmamış gibi, bu kesimin bâzı sanatçıları bir aymazlık içine giriveriyor.
Daha on yıl öncesine kadar “gerici”, “uyku getiren”, “irticaî”, “banâl”, “ilkel” gibi yaftalamalarla hor görülen Türk mûsıkîsi, şimdi Cumhurbaşkanlığı sıfatı ve forsunu taşıyor.
Sanatta, kültürde, edebiyatta, tiyatroda, müzikte mesâfe kat etmek, gökdelen dikmek; köprü, baraj, havaalanı yapmak, üniversite açmak, hatta millî savunma sanayiini oluşturmaktan çok daha zordur ve çok daha uzun bir zaman gerektirir.
Tüm bu maddî ilerlemeler ve yatırımlar bir nesilde elde edilebilecek maddî birikimle yapılabilir ve yapılmıştır. Görmemek için kör değil, nankör olmak gerekir. Ama sanat, edebiyat ve kültürde hele mûsıkîde bu maddî ilerlemeye denk bir adım atmak, en iyimser tahmin ile üç nesil lâzımdır.
Sultan 3. Selim ve Recep Tayyip Erdoğan
Zamânımızın kültür ve sanat insanları, estetik bir duygusallık içinde iktidardan, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat kendisinden, kendileri için bir şeyler istemektedir. Bu isteklerinde hasbî bir tavırda olduklarından şüphem yok. Ancak Recep Tayyip Erdoğan, Sultan 3. Selim değildir.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın sanat, edebiyat, mimari, mûsıkî alanlarında zirvede olduğu döneme denk gelen bir dönemde değildir. Cumhuriyetimizin bugünkü durumu olsa olsa Yıldırım Beyazıt dönemine benzetilebilir.
Türk devlet târihimizin en alçak saldırısına uğramış bir hâlde hem yaralarımızı sarıp hem de yeni hamleler yapılırken, devletin siyâsî kadrosu bunca askerî ve ekonomik tuzakla uğraşırken, onlardan nârin bir ruh hassâsiyeti beklemek, zamansız bir taleptir.
El-İnsaf
Bâzı sanatçılarımız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan onlara Sultan 3. Selim’in Dede Efendi’ye gösterdiği ilgi ve alâkayı göstermesini bekleme hatâsı içindeler. Kaldı ki, kaç sanatçımız Dede Efendi gibi “bu işin tadı kaçtı” tavrını gösterip istifa ediyor?
Devlet memurluğu garantisi olmadan bu tavrı ortaya koyabilen Dede Efendi’nin muhâtabı ya Sultan 3. Selim ya da Sultan 2. Mahmud olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bulunduğu makam itibârıyla kültür alanındaki eksikliğimizi dile getirmekten başka ne yapabilir? Oturup beste yapacak hâli yok. Kaldı ki, Cumhurbaşkanımızdan 3. Selim gibi davranmasını bekleyenler hatırlamalıdır ki, Sultan 3. Selim doğduğundan itibaren pâdişah namzedi olarak yetiştirilmiştir. Osmanlı tahtına geçtiğinde siyâsî bilgisini aşan bir sanat müktesebatına erişmişti. Yine unutulmamalıdır ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, değil sanat ile ilgilenecek vakit bulmak, siyâsî hayâtı defâlarca engellenmeye çalışılmış, “Muhtar bile olamaz” denmiş ve hatta başbakanken bile eşi Emine Hanım, başörtüsü sebebiyle askerî hastaneye alınmamıştır. Bu süreçten geçmiş bir siyasetçiden Sultan 3. Selim olmasını beklemek, biraz insafsızlık gibi geliyor bana.
Şimdilerde yapılan bâzı talep ve eleştiriler, Türkiye Cumhuriyeti bu istikrar dönemini 20-30 yıl devam ettirirse, 2050’ler dillendirilebilecek talep ve eleştirilerdir. O zaman inşallah şiir yazan, beste yapan, hüsn-ü hat yazan cumhurbaşkanlarımız ve bakanlarımız olur.
Sanat konusunda, eser ortaya koyarak söz söyleme seviyesindeki kişiler, köşelerine çekilmek yerine, devrin ihtiyâcı olan eserler ortaya koyduklarında, Cumhurbaşkanımızın etrâfındaki nemalanma meraklısı sanatçı müsveddeleri de ağızlarının payını alıp hadlerini bilmeyi öğrenecektir. Aksi takdirde şimdi olduğu gibi meydanı boş bulup cirit atmaya devam edeceklerdir.
Cumhuriyetimiz, kuruluş devrini tamamlama safhasındadır. Devir, devletin sanatçı kaprisini çekmesi için erken bir devirdir. Devir, Mevlevî çilesi sürecinde yaptığı eseri devrin pâdişâhının kulağına kadar götürecek güzellikte işler yapıp, sanatsal karşılığını almak için tevekkül etme ve bekleme devridir.