Bütün bir yıl boyunca sizlerle bu köşede beraber olduk.
Artık devlet büyüklerimizin tabiriyle “yaz dönemi çalışmalarına” başlama vakti geldi. Ama tatile çıkmadan önce, her zaman olduğu gibi hızlı akan Türkiye konjonktürüne dair kısa kısa yorumlarımı paylaşayım dedim.
DOLAR NE OLUR?
Türk milleti iki (TL ve Dolar) –hatta Avro ile birlikte üç- para birimli bir ekonomide yaşadığı için, Doların değeri en çok takip edilen gösterge olmuştur. Bunda, taa Sultan Abdülmecit’ten bu yana gelen, “borçla yaşama rejiminin” de büyük payı vardır. Bu rejimin şiarı “Borç yiğidin kamçısıdır!” atasözü ve ana sloganı “Dışarıdan borç al, çatır çatır ye... Ödeme zamanı gelince yeniden borç al.” şeklindedir. Böyle olunca doların yükselmesi olumsuz ve doların düşmesi de olumlu bir gösterge olarak algılanır. Bu yazının yazıldığı pazar günü dolar kuru 5,63 civarındaydı. Pekiyi denge kuru nedir? 8 Temmuz 2019 için 6,10 TL (+/- 10 Kr.) ve 1 Eylül 2019 için de 6,27 (+/- 10 Kr) olarak hesapladım. Genelde yaptığım kur tahminleri tutmaktadır. Buna en yakın şahitler de siz değerli okuyucularımdır. Pekiyi bu ne demek? Dolar olması gereken fiyatın 47 Kr. altındadır. Bunun sebebi konjonktürel ve spekülatiftir. Kurun aşırı yüksek olduğu durumda söylediğimiz gibi aşırı düşük olduğu durumda da söylemek vazifemizdir. Yaz aylarında akıl almaz bir gelişme olmadıkça (ki Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınması böyledir) dolar olması gereken değerin altında seyredebilir. Ama Eylül başından itibaren hızla değer kazanmaya başlayabilir ve 6,30’lar civarına fırlayabilir, (ki bu da o zaman ki denge kurudur zaten).
Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınmasının etkisi olur mu? Olabilir. Bu tamamen piyasadaki spekülatörlerin beklentilerine bağlıdır. Ama eğer bir etki gerçekleşirse doların 1 hafta içinde 6,30’lara kadar fırlayıp 6,10’da dengeye gelebileceğini belirteyim ki, zaten bu da bugünün denge dolar kurudur. Bu satırları okuduğunuzda etkinin büyüklüğünü de görmüş olacaksınız.
BÜYÜME TAHMİNİM
Eylül ayında Nisan – Mayıs – Haziran dönemi büyümesi açıklanacak. Benim tahminim yıllık yüzde 4’lük bir küçülmedir. Hata payları ile bakarsak yüzde 3 ilâ 5 arası bir küçülme bekliyorum. Aralık ayında ise Temmuz-Ağustos Eylül büyümesi açıklanacak. O verilerde bir toparlanma gözlemlenebilir. İşin özeti: Durgunluk (yani ekonominin büyüyememesi) daralmaya (yani ekonominin küçülmesine) dönüşmüştür. Bunun yanında ciddi bir enflasyon da bulunmaktadır. Bu tehlikeli durumda Merkez Bankası –özellikle dalgalı kur rejiminde- çok önemli bir rol üstlenmektedir. Ama Merkez Bankası’nda da sular durulmuyor…
MERKEZ BANKASI’NDA NE OLUYOR?
Merkez Bankası Başkanı Çetinkaya bir gece kararnamesiyle görevden alındı. Kulislerde anlatılana ve medyaya yansımasına göre Çetinkaya’dan faiz indirimine yanaşmadığı ve yedek akçelerin hazineye devrine muhalefet ettiği için istifası istenmiş. Çetinkaya Merkez Bankası’nın bağımsız olduğu gerekçesi ile bunu kabul etmemiş. Bu yüzden görevden alınmış.
Bu satırları okuyanlar bilir: Merkez Bankası’nın hem stratejisine hem de taktiklerine sürekli eleştiri getirmekteydim. Ancak “faiz indirimine yanaşmama gerekçesi” pek makul değildir. Deniliyor ki enflasyon yüzde 15’lere inmişken yüzde 24 faiz olur mu? Bu soruda ekonominin işleyişi konusunda ciddi bir bilgi yetersizliği vardır. Faiz ileriye yönelik bir anlaşmadır ve bugünkü faiz kabaca BUGÜNDEN BİR SENE SONRA gerçekleşmesini tahmin ettiğiniz enflasyonu yansıtır. Açıklanan enflasyon ise BUGÜNDEN BİR SENE ÖNCE gerçekleşmiş fiyatlardaki artış oranıdır. Merkez Bankası piyasadaki enflasyon tahminlerini bilmektedir ve ülkenin içinde bulunduğu nakit döviz sıkışıklığını kısa dönemde gidermenin yolu da beklenen enflasyonun üstünde faiz belirlemektir. Eğer Merkez Bankası faizleri yüzde 15 civarına çekerse ülkeden öyle bir para kaçışı olur ki, (parayı da Hans’la George kaçırmayacak ha, bizim yerli ve milli para babaları kaçıracak; DMD) dolar 8 TL’ye dayanır.
Diğer gerekçe yedek akçe meselesidir. Merkez Bankası’nın hükümetin bütçe açığını para basarak kapatmasına avans işlemi adı verilirdi. 1985 yılındaki iç mali liberalleşme reformuyla Özal tarafından bu işlem yasaklandı. Eğer Merkez Bankası para basarak bütçe açığını kapatmaya başlarsa, bu 1980’li yıllardaki yüksek enflasyona dönmek demektir. Rejim olarak da Özal öncesine geri dönmek anlamına gelir. Tabiî ki bütçe açığının monetizasyonu bir hükümetin meşru politikalarından biridir. Ancak, her politikanın olduğu gibi, bu politikanın da bir maliyeti vardır: Yüksek enflasyon.
HÜKÜMET HANGİSİYLE MÜCADELEDEN VAZGEÇTİ? ENFLASYON MU İŞSİZLİK Mİ?
Halkoyuyla seçilmiş bir hükümet, çok zorlanmadıkça, vergi artışı ve kamu harcamalarını kısarak istikrar politikası uygulayamaz. Çünkü demokrasilerde siyasi partiler için öncelikli olan elde etikleri oy oranıdır. İdealler, davalar hepsi ikincil düzeydedir. Vergi almak veya harcama kısmak oy oranına doğrudan yansır. Bu yüzden, hükümetler para basıp faizleri düşürerek vatandaşın kısa dönemde canını acıtmayacak yöntemleri uygulamayı severler. Ancak burada önemli bir nokta, anlattığım bu ilişkinin kapalı veya korumacı bir ekonomi için geçerli olmasıdır. Türkiye gibi iki (hata üç) paralı bir ekonomide faizleri düşürdüğünüz ve para bastığınız anda kurlar fırlar. Döviz borçları patlar, firmalar iflas eder. Hele Merkez Bankası Başkanı’nı parti il teşkilatındaki müstahdem seviyesine indirirseniz bu kriz daha da sert olur. En güzel örneği 1994 Krizi’dir. Bundan ders almalıyız.
Sevgili okuyucularım. Başta da dediğim gibi yaz dönemi çalışmaları için sizden biraz izin istiyorum. 12 Ağustos 2019 Pazartesi günü görüşmek üzere şimdilik hoşça kalın…