Ne kadar da sussak ve anlatmayacağım artık suskunluğa gömülüyorum desek de mümkün değildir.
İnsan anlatmak, anlaşılmak için konuşur. Yalnız yaşayamayız. Ne kadar da sussak ve anlatmayacağım artık suskunluğa gömülüyorum desek de mümkün değildir. Sağlıklı bir insan için iletişim yolları çeşitlidir ve açıkdır. O halde konuşuruz, yazarız, çizeriz, şarkı söyleriz hatta dokunuruz, bakışlarımızla iletişim kurarız. Ama en güzel ifade şekli çok yerde ve çoğu zaman sözcüklere dökülen anlatımlardır. İletişimde en sağlıklısı insanın halini anlatmasıdır ve anlatılanı da dinlemesidir. Susmamalıdır insan. Susarsa, susturulursa hastalanır insan. En doğrusu ve en güzeli ona güzel konuşamayı öğretmektir. Daha küçüklükten güzel kelimelerle bereketli cümleler kurmaya alışmalı ve bunu zevk edinmeli insan. Küçük yaştan itibaren sesli sesli şiirler okumalı çocuk, hem de aynanın önünde. Kendimizi ifade edebilmeyi, cömertce kendimizi anlatmaya cesaret edebilmeliyiz.
Susturulan çocuklar
Ne yazık ki susturmayı da öğreniriz. Çoğu zaman bunu istemsizce yaparız. Yanlış olduğunu bildiğimiz halde susan ve ne zaman nerede bağıracağı belli olmayan çocuklar yetiştiririz. Ya da suskunluğun arkasına gizlenen, korkan çocuklar yaratırız ellerimizle. En akıllımız, en okumuşumuz, en zenginimiz, en şöhretlimiz dahi sustururuz konuşanları ve de konuşan çocukları. Dinlemek ağır gelir sabırsızlıkla bağırırız ya da dinlemeyerek cezalandırırız. Çocukları susukunluğa gömerken bir gün bir meydanda avazı çıktığı kadar sözleriyle mitralyoz gibi kitleleri öldüreceğini bilmeden yaparız bunları. En korkulacak şey, suskunlukla bağırmak arasındaki çizgide dengeyi bulamamış olmaktır.
Sarmal
Soru sorduğumuzda cevap vermekten korkan insanlarla baş başa kalmak çok acı bir gerçektir. Yanlış yapmaktan ürkütülmüş, kendi içinde çırpınan yürekler var. Koskoca adam olmuş derdini anlatmaktan çekiniyor. Bir acımasızın gölgesine sığınıp onun her dediğine kafa sallayabiliyor. O acımasız kişi, susanın dili oluyor. Büyüdükçe insan susmaktan yılgın, yorgun yüzüne vuran duygularının ağırlığından iyice susar. Öyle ya, onca senenin birikimi; hangi birini anlatacak. Hiç dinleyen olmamış ki, kim dinler! En iyisi aynaya bakıp konuşmak, der. Bu öyle bir sarmaldır ki; medya susturur, internet susturur, eğitim susturur ve susmak bir erdemliliktir, deyip derin nefes alırsın. Büyük konuşurken küçük konuşmaz, sofrada konuşulmaz, öğretmene cevap verilmez, hastanede konuşulmaz, gece gece ses çıkarılmaz.
Söyleyemediklerin için pişman olmak
Çoğu zaman konuşmak ceza gibidir susturulmuşa. Olgunluk yaşına gelirsin sevdiklerine, sevdiğine seviyorum demek istersin, ama susmaktan söyleyemezsin. Babana son sözlerini söylemek istersin; ona kızgın olduğunu aslında ona anlatmak istediğin çok şey olduğunu haykırmak istersin ama bir türlü söyleyemezsin. Baban da bu kız hiç konuşmaz bizimle, paylaşmaz hep böyle içinde yaşar, diye seni ketum zanneder. Keşke daha yakın olsak, der ama bilmez ki çoğu zaman susturan o olmuştur. İşten gelmiştir yorgundur, başım şişiyor sesini kes, demiştir. Daha aşık bile olmamışındır, ama olabilme ihtimaline karşı uyarılmışındır, evlenecekken babana sarılıp ağlayamamışındır. Annen de öyle; babanı çocukları sustursun diye Azrail görevini vermiştir. Son gün gelir çatar ve ölüm döşeğinde bile babana ancak gözlerinle bakar ve söyleyemediğin için sözcükler boğazında düğümlenir. Susmayı öğrendiğin için babanla vedalaşmadan ayrılırsın. En büyük acıdır suskunluğun arkasından havada süzülen sözcüklere bakakalmak. Sözcükler yalvara yalvara havada balon köpüğü gibi kim bilir kaçıncı kez sönerler. Söylenmemiş sözlerin kalbine bıçak girmiş gibi kanaya kanaya gözyaşlarından süzülen sözcükleri hemencecik siliveririsin; okunmasın istersin. Susmamalı insan sevdiğine. Sözcükleri cömertce serpiştirmeli yıldız gibi yüzünde parlamalı sevdiğinin. Susmamalı insan sevdiğine; hiçbir zaman.
ORGANİK AŞI YAPTIRIR MISINIZ?
Aşı ile ilgili gelişmelerin içinde Akdeniz Üniversitesindeki çalışma dikkatimi çekti. Bitki yapraklarından üretilen Kovid-19 aşısı hayvanlarda antikor üretebilmiş. Malum aşı şu günlerde en çok konuşulan konulardan en önemlisi. Aşıyı bekleyenler, aşı karşıtları ile birlikte ekonominin savrulduğu yer eğititmin kısmen durduğu noktadayız. Uluslararası Havacılık organizsayonları da aşı olmadan pasaporta onay verilmeyeceği gibi haberlerin kulaktan kulağa, henüz netleşmemiş olsa da gelen konular arasında. Eğer bu da olursa yurt dışına aşı karşıtları çıkamayacak demektir. Peki organik aşı yaptırır mısnız? Bitkilerin yapraklarından aşı üretilmesi bunun vücuda uzun vadede nasıl etki yapacağı konusunda bilgimiz yok. Ancak ister yerli olsun isterse yurt dışından gelen aşı olsun tüm aşılar bir kimyasal reaksondan geçecek şekilde hazırlanıyorlar. Aşı organik olamayacaktır elbette. Organik olan tek şey insanın yaşam tarzının doğal bir şekilde tekrar düzenlenmesidir. Yoksa daha çok bu tarz salgınların kapıda olduğunu söyleyebiliriz.
ÜÇ KAFADAR İSTANBUL’DA
İstanbul’un taşı toprağı altın dediler üç kafadar İstanbul’a geldiler. Anadolu’nun kavruk insanları. Her zaman başlık parası için İstanbul’a gelinmezdi. Büyük hayaller büyük rüyalarla İstanbul bu üç kafadarı büyülerdi. Gel zaman git zaman oturdular üç kafadar köy odasında. Biri Ahmet, biri Mehmet, biri Hikmet. Oysa hep birbiriyle çekişmeliydiler. Var bunda bir hikmet!.. Zengin olacaklar, şehirde yaşayacaklar, sonra yaşlanacaklar. Tekrar şehirden köye dönecekler. Üçünün de kafası böyle çalışırdı. Önce terziye gittiler üzerlerine birer elbise diktirdiler. Nedense çift çubuk, tarla sürme onların ataları gibi yapacağı iş değildi. Az bir paraları vardı. Nihayet bir otomobille İstanbul'a geldiler. Haydarpaşa tren garından karşıya geçtiler. İstanbul hayalden de, rüyadan da güzel dediler. Madem herkes bir yerlere gidiyor, bir yerlerden geliyor biz de Galata’ya gidelim dediler. Sanki büyülenmiş gibiydiler. Üç adam köprünün tam ortasında durdular manzaraya baktılar. Deniz ortasında köprü, köprüye yaslanan vapurlar. Sanki oyuncak gibiydi dumanı tüten bacalı vapurlar. Birden iki adam belirdi yanlarında, biri onları oyaladı, biri iş bitirdi. Oysa üç kafadarın kafasında Beyoğlu'nda gezip tozmak, felekten bir gün çalmak vardı. Sonra yanlarına gelen üç adam hızla uzaklaştılar. Üç kafadar ceplerini yokladı, cepleri boşalmıştı. Üçü birden birbirine ağlamakla baktı; çünkü soyulmuşlardı. Her balık her suda yaşamazdı. Denizde tuzlu suda yaşayan balık var. Derede yaşayan balık var. Bir de gölde yaşayan tatlı su balığı vardı. Üç kafadar bu olayla uyandılar, tatlı su balığı gibi avlanmışlardı. Ah İstanbul ahhh dediler. Üç arkadaş köylerine dönüler.
YILIN SÖZÜ: “CORONA SALGINI”
Alman Dili Derneği, 2018'de “Saygı” ve 2019'da “Sıcak Zaman”ın ardından bu yıl “Corona Salgını”nı yılın sözü seçti.
"Corona salgını", Alman Dili Derneği (GfdS) tarafından 2020 "Yılın Sözü" seçildi. Dernek ikinci kelimeyi “komplo masalı”, üçüncü kelimeyi de “kilitleme” olarak seçmiş.
Dilbilimci Schlobinski, koronanın sadece ekonomiyi, kültürü ve özel hayatı derinden etkilemediğini açıkladı. Pandemi dilbilimsel olarak çeşitli yeni kelime oluşumları yarattı. Korona krizini, korona yardım paketini korona ile ilgili örnekler örnek olarak gösterdi.
1977'den beri bir jüri düzenli olarak yılın politik, ekonomik ve sosyal hayatını özel bir şekilde belirleyen on kelime ve cümle seçiyor. Buradaki belirleyici faktör sıklık değil, önem ve popülerliktir.
Dördüncü sırada "Siyahların Hayatı Önemlidir" terimi geldi. Afrikalı Amerikan vatandaşı George Floyd'un bir polis operasyonunun ardından ölümü, yalnızca Amerika Birleşik Devletleri'nde değil tüm dünyada ırkçılık ve polis şiddeti hakkında bir tartışma başlattı.
Almanya’daki "AHA" (Bizdeki Maske, Temizlik ve Mesafe) üç kuralın kısaltması olan mesafe, hijyen ve günlük maskeler, salgın ile ilgili ve "triyaj" kelimeleri dikkat çekiyor. Schlobinski, ikincisinin, korona salgınının en karanlık taraflarından birini temsil eden Fransız doğumlu bir ifade olduğunu açıkladı. "Trier" den türetilen (sıralamak için) tıbbi terim, "ilk önce kimin tedavi edileceğine karar verme" anlamına gelir. Sekizinci sırada, Bundesliga'nın birkaç aydır geçiş yapmak zorunda olduğu "hayalet oyunlar" var.
9. sıra, cinsiyet eşitliği sağlayan dil hakkında artan tartışmalarla ilgileniyor: "Gendersternchen", 10. sıra yine salgına adandı: "Sağlıklı kalın" bu yıl her zamankinden daha sık soruldu. (Frankfurter Allgemine web sayfasından alınan bu haber Türkçe’ye çevirilerek edite edilmiştir)
ARTI – EKSİ
Artı
Bir Başkadır
Diziyi artık duymayan kaldı mı bilemiyorum ancak o kadar çok eleştirildi ki en azından “Bir Başkadır” denildiğinde birşeyler çağrıştıracaktır. Türlü türlü eleştirilerin içindeki en anlamlı eleştiriyi ki kendimi de bunun içine alıyorum; dizideki psikyatır Peri’nin ruh hali ve itiraflarıydı. Çünkü ben ve benim okuduğum okul yetiştiğim muhit tam da böyle bir çevreydi. Ama ben karakter olarak sorgulayan bir tip olduğumdan yapılandırılamadım. Peri’nin yetiştiği travmatik çevre ve burada yetişen bir psikyatır olarak dizide sorgulanması aslında geçtiğimiz dönemlerde toplumun nasıl bir ayrışmadan geçtiğini yüzümüze çarpıyor. Bu bakımdan izleyen ve izlemeyen bu anlamda bir kesimin kendisiyle yüzleşmesi gerektiğini ve hala yüzleşemeyenler varsa da başörtülü, başörtüsüz veya hizmetci başörtülü veya başörtüsüz hizmetçi gibi tüm bu kombinasyonlardan kurtulmamız gerektiğini söyleyebilirim. Bu bakımdan Bir Başkadır dizisindeki en önemli altı çizilecek detay buydu.
Eksi
İş ilanları
Artık işler de sosyal medya üzerinden aranıyor, bulunuyor. Ancak bunların güvenirliliği konusunda çok tereddütler var. Özellikle aranan iş dijital yazarlık tarzında bir tanımlamaysa kurumların güvenirliliği hakkında çok ciddi şüphelerim oluşuyor. En son rastladığım bir iş ilanına artık ne diyeceğimi bile bulamadım. Türkçe hatalardan tutun da meramını anlatamamaya kadar uzanan bir garabetler silsilesi. Emlak sitesine makale yazarı aranıyor başlığı ile verilen ilandan tam da ne demek istediğini bilemeyen bir iş veren profili ile karşı karşıya olduğumuzu görebiliyoruz. Makale, alanında yeterli bilgiye sahip kişilerce yazılabilir. Bu ilanda makale yazacak kişinin emlak ile ilgili bir eğitimi, deneyimi ve bu konuda makale yazacak kadar piyasayı, literatürü de bilmelidir. Ancak gönderilen ilanda sosyla medyada cirit atan iki kalem oynatan bu ilana başvurabilir gibi bir anlam çıkıyor. Yeni mezun bir iletişim öğrencisi dahi bu konuda bir uzmanlığı yoksa emlak makalesi yazamaz. Ben de yazamam ve yazmam da.
TESETTÜRLÜ MANKEN!
Moda sektörü zaten bütünüyle tartışmalı bir sektör. Anlayış olarak da insan doğasına aykırı bir alan. İslamiyet ve teşhir bir araya gelmesi mümkün olmayan bu iki kelimeden bir anlam çıkarmaya zorlamak yeteri kadar travmatik bir durum. İlk tesettürlü manken olarak bilinen Halima Aden neler yaşadığını açıkca anlatıyor; otel odalarında ağladığını, namazlarını kaçırdığını bu dünyaya ait olmadığını ve bu salgın sürecinde tüm yaşantısını gözden geçirme fırsatı bulduğunu açıklıyor. Giyim, kuşam; örtünmek ve korunmak amaçlı olan bir ihtiyaç. Elbette temiz olmak hırpani olmamak da insana yakışıyor. Ama kapitalizmin nesnesi olarak üstelik bir de inanarak başını da örtmüş bir kadının podyumlarda boy göstermesi bağdaşmıyor. Tesettürün modası olamayacağı gibi mankeni de olamaz. Ucundan kıyısından karşı olanları dahi içine alan markaların amacı belli. Reklam, marka ve pazarlama döngüsü içinde yaşamımızda yer edinmek bizleri meşgul etmek için tasarlanmış bu dünyadan ne kadar uzak durabilirsek kendimizi o kadar iyi hissedebileceğimizi biliyorum. O yüzden Halima Aden’in moda sektöründeki mankenlik serüvenine son vermesi son derece önemli bir karar. Bu duruşuyla sadece Müslümanlara değil insan olan herkesin başını öne eğip düşünmesi gerekiyor.