Rabbülalemin olan Allah'a şükürler olsun.
Ona ve verdiği nimetler için ne kadar şükretsek azdır. Onun peygamberine, âline ve ashabına selât ve selamlar olsun. İslâm kültüründe “Besmele, hamdele ve salvele” kavramı vardır. Her işe besmeleyle başlarız. Her şey için Allah’a şükrederiz. En zor zamanda bile şükrümüzü yineleriz. Ayrıca Peygamber efendimize, ailesine ve ashabına salâtü selam getiririz. Şükürler olsun bugünkü makalemiz de şükür üzerine. Allah şükrümüzü daim etsin.
Şükrün çok çeşidi vardır. Dilin şükrü lisânın susmasıdır, yani Allah’ın verdiğini kabûl etmek şükürdür. Hâdiselere kalbin îtiraz etmemesi de kalbin şükrüdür. Sırrın şükrü; Allah’tan başka bir varlığa itibar etmemektir. Dolayısıyla her şeyin şükrü vardır. Her şeyin şükrü yapılmadan, yani sâdece ağızla şükretmenin hiçbir faydası olmaz. Esas olan şükrün gereğini yerine getirmektir. Yaptığın her iyilik dil ile söylenen şükrün bir sağlaması bir tezahürüdür.
Gözün şükrü: Allah’ın istemediği yere bakmamaktır. Elin şükrü: Harama el uzatmamaktır. Kulağın şükrü: Dedikodudan uzak durmaktır. Evlâdın şükrü: Yetime hizmet etmektir. Yani bu dünyada her şeyin bir şükrü vardır. Bunlar yapılmadığı sürece, ağızla şükretmenin çok faydası olmaz. Ağız, sâdece bize devamlı şükretmemiz gerektiğini hatırlatır; bu da çok önemlidir.
‘Hamd’ başka bir şeydir. Hamd; iyiye ve kötüye teşekkür edebilmektir, başımıza gelen her türlü hâdiseye şükredebilmektir. Bunu da biz yapamayız, ‘Hamd bana aittir’ diyor Allahu Azimüşşan. Yani Allah seni çok müsait bulacak ki, senin vücûdunda şükrü oluştursun; özellikle kötüye şükrü oluştursun. Yani kendisi teşrif etsin, bizden tecellî ederek şükredebilsin. Bunu sağladığın zaman, içinizde böyle bir şey oluştuğu zaman, yani kötü bir hâdiseye şükredebildiğiniz zaman burada bizi sevindirecek tek şey; Allah’ın beni seçmiş olmasıdır. Bu şükür kâmil makamda olur, bâzen kulda da olur ve idrâk ediyorsa o onu kemale ulaştırır zaten.
Kanaat etmek çalışmanın gereğini yerine getirip şükredebilmektir. Kanaat, hırsı ortadan kaldırır; çalışmayı engellemez. Hatta daima çalışmak Allah’ın Kurân’daki emridir. Ama önce şükredeceğiz ki, çalışacak enerjiyi kendimizde bulalım. Mevlânâ Hazretleri: “Şükür memesini emmezsen, şükredecek hâdiseyi vermez Allah” diyor. Onun için bol bol şükredeceğiz ki, Allah bize her şeyin O’nun tarafından lütûf olmuş ve şükretmeye değer bir hâdise olduğunu idrak ettirsin. Yani elimiz tutuyor, gözümüz görüyor; şükretmediğimiz için onların farkına bile varmıyoruz.
Diğer bir konu; başkalarını sıkıntılı ve darda görüp kendi durumunun iyi olması durumuna şükretmek gayrı ahlâkîdir… Gene de şükredelim, hattâ o başkaları için de şükredelim. Çünkü dâimâ beterin de beteri var. Yani buradaki şükrün mânâsı; meselâ başımıza bir şey geldiği zaman, bilelim ki onun beteri vardır. Bu kadarla kalmış olmasına şükredelim. Komşumuza üzüntü verecek bir şey geldiği zaman, onun acısını paylaşalım. Şükür odur ve onun acısına eşlik etmektir, onun acısını içinden almaktır. Bizim şükrümüz, ‘çok şükür bana olmadı’ demek değildir; ona yardım ederek Allah’a şükrümüzü yerine getirmiş oluruz. Velhasıl bir kul olarak, bütün varlığımızla ve bütün varlıklarımızla Allah’a olan şükrümüzü eda edelim.