"Dijital dünya güzel ama sonunda teknolojinin kendimizi kontrol ettiği bir imparatorluk mu kuruyoruz acaba diye düşünmeden edemiyorum."
İki sene önce Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü için yarışan Sorry We Missed You filmini bugüne dek izlemediğim için kendime çok kızdım. Önceki gün BluTV’den izlerken pandemi döneminin sorunlarını bir kez daha zihnimde canlandırması hayatın bir cilvesi olsa gerek. Yoksa Sorry We Missed You geleceği gördü mü?
Sosyalizm sevdasıyla tanınan “işçi haklarının yönetmeni” Ken Loach imzalı film, birçok işten kriz yüzünden ayrılmak zorunda kalarak en sonunda kuryeliğe geçiş yapan Ricky’nin yaşadıklarını aile, iş ve hayat döngüsü içerisinde ele alıyor. Hataya yer olmadığı kapitalizm sisteminde bir aksilikten sonra çorap söküğü gibi gelen türlü sorunlarla mücadele etmeye çalışan bir ailenin trajik öyküsü var karşımızda.
Bazen makro siyasetin gündemine öyle dalıyoruz ki mikro sorunları gözden kaçırıyoruz. Pandemi döneminde bugüne dek hiç olmadığı kadar temel ihtiyaçlarımızı temin etmek için izin yapmadan çalışan kuryelerin sorununa yeteri kadar eğildiğimizi düşünmüyorum mesela, buna marketlerde çalışan ve en az kuryeler kadar virüs tehlikesine maruz kalan kasiyerleri de eklemek gerekiyor.
Onlar pandemi dönemi boyunca günlerinin büyük bir kısmını mesaide geçirirken bir de kaprisli insanlarla uğraşmak zorunda kalıyorlar. Büyük şirketler ve online alışveriş sitelerinin “30 dakikada teslimat” gibi müşterilerine sundukları “vaatlerini” de yerine getirmek zorunda olduklarından çalışma koşulları hiç de kolay değil. Ters yola giren kuryenin burnundan kıl aldırmayan bir müşteriye yetişmek zorunda olduğunu anlamak için son model arabanın içinden küfretmeden önce asgari insani değerleri hatırlamak yeter de artar. Çünkü yetişemezse, muhtemelen işsiz kalacak.
Bu havalarda insanlar eve hapsolmaktan sıkıldılar sıkılmasına ama evden çalışan ve maaşı düzenli yatan insanlar o kadar rahatsız mı? Niye rahatsız olsunlar, ev haliyle günü bitiriyorlar. Farkında olmasalar da mesai saatleri uzadı aslında, evden çalıştıkları için de sesleri çıkmıyor. Firmaların da işine geldi, hatta bazı şirketler pandemi bitse bile evden çalışmaya devam edeceklerini söylüyor. Dijital olarak yürütülen bu “lütfun” karşılığında mesai saatleri çoktan uzadı. E-postaların hayatımıza girmesiyle başlayan süreç pandemide duble yaptı. Peki şirketlerin verdiği maaş Gravity Payments’in sahibi Dan Price’ın çalışanlarına verdiği asgari ücret gibi 70 bin dolar mı oldu? Hayır olmadı, saatler uzadı, maaş aynı kaldı.
Filmde Ricky’e şirket tarafından verilen bir cihaz var. Bu cihaz öğle yemekleri süresinin bitiminde ve aracın başında olmadığı zamanlar sesli uyarı veriyor. Dijital dünya güzel ama sonunda teknolojinin kendimizi kontrol ettiği bir imparatorluk mu kuruyoruz acaba diye düşünmeden edemiyorum.
Bireyin temel özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu salgın tedbirlerinin getirdiği sonuçtan anlıyoruz. Bu o kadar önemli ki son 1,5 senede tecrübe ettiğimiz gibi gönüllü olarak vazgeçeceğimiz bir şey bile değil. Özgürlükler kolay kazanılmıyor, yasaklar ise bir kere başladı mı devamı geliyor. “Ben aşılıyım” diye maske takarak da tüm sorunlar hallolmuyor ne yazık ki.
Ricky’e verilen cihaz aslında bizim temas ederek yaptığımız işi kontrol eden ve mesai bitiminde hesap verdiğimiz teknoloji. Sonucunda özgürlükleri askıya alınca kontrol edemediğin için kontrol ediliyorsun. Öyle ya, ya bizi biz yapan insani değerlerimiz, bunlar da herhalde “sosyal mesafe kuralına” takılıyor olsa gerek…