Baktım arkadaşın laptopunun ekranının hemen üstünde zarif bir bant.
Baktım arkadaşın laptopunun ekranının hemen üstünde zarif bir bant.
Kamerasını kapatmış.
“Ne olur ne olmaz. Bu herifler o kamera vasıtasıyla bizi görebiliyorlarmış!” dedi.
xxx
Seneler öncesinden Nazlı Ilıcak ve Fehmi Koru isimlerinin de yer aldığı bir toplantının cep telefonlarının kapatılıp ve hatta pillerinin de çıkarılıp tedbir alınmasına rağmen dinlenildiği ortaya çıkmıştı.
Xxx
Bazı arkadaşların bir dönem vatandaşlık numarasını verirken çok tedbirli davrandıklarını da hatırlıyorum.
Xxx
Bir de şu model dostlarımız var: “Abi bunları telefonda değil de yüz yüze konuşalım…”
Vay anasını.
Bir ürküntü geliyor önce insana…
Hemen dönüp arkasına, sağına soluna bakma ihtiyacı…
Toparlıyorum sonra.
Kendimi hiçbir zaman herhangi bir mahfil veya odağın ilgileneceği çapta bir adam olarak görmediğim için, takip ve dinlenme konusu hiç gündemime girmedi.
Xxx
Diğer taraftan 2003 yılında kurduğumuz bir televizyon kanalında haber müdürlüğü yaparken, patron bir gün bir tartışma esnasında “Yahu seni sevmesek, seni desteklemesek orada bir dakika tutmayız. Senin baban filanca tarikattanmış. Ankara’dan beynimizi yiyiyorlar…” deyince ışık yemiş tavşan gibi kaldığımı hatırlıyorum.
“Yuh…” dedim… “Bu nasıl istihbarat. Tarikatçı dedikleri yapı, tarikatçı değil. Tarikatçı dedikleri insanlara da muhabbeti olan asıl benim. Babamı da ben tanıştırdım.”
Hani güya izliyor veya dinliyorlar ya; bari doğru düzgün yapsalar!
Xxx
Şu an kameram açık. İzleyen muhteşem asık suratımı ve arka fonda duvar ve perdeleri görür.
Striptiz şov filan yapmıyorum.
Dinlenmeye gelince. Ah ne kadar isterim. Söylediklerimi bir kişinin daha dinlemesi hoşuma gider.
Xxx
Şaka bir yana, bir vecize ve bir hakikat işin özetidir:
1- Ekşi yemedim ki karnım ağrısın.
2- Kader!
Salağın biri/ birileri beni olmadığım veya yapmadığım bir iş, durum, eylem ile suçlayacaksa, “Demek ki ben de kalbur üstü adamlar sınıfına giriyorum” diye hava yaparım önce…
Sonra?
Hayatımın bütün özeti bu “sonra”da saklıdır!
Fakat, şimdi açıklayacağım bu “sonra” kelimesindeki “sır”ra uygun bir adam mıyım elbette tartışılır!
Nedir sonra? Şudur!
Sonra ne olacak?
Beni o an doğru olduğuna inandığım şeyi yapmaktan ve söylemekten ne alıkoyabilir? Yani sonra ne olabilir? Misal!
Aşikardır ki, Recep Tayyip Erdoğan’ı seviyorum ama manzaraya kafam basmadığı zaman “Bi dakka! Ne oluyor?” diye soruyorum. Aynı meşrepteniz. Van minut yani.
Bazı arkadaşlar akıl veriyor: “Oğlum, Tayyip Bey’i, iktidarı karşına alma!”
Sebep? Birincisi ben karşıma almıyorum. Onlar da iki çift lafa bozulup karşıma geçmesinler!
Veya övdüğüm zaman “Bu ne ya. İktidar yalakalığı resmen. Sen gazetecisin. Yapma!” diyen de çıkıyor.
Öyle miii? Gazetecilik ha… Bu memlekette hangi meslek, meslek kriterleri ve ahlakına göre icra ediliyor? Dedikten sonra, “sonra ne olacak” sorusunun cevabı karşıma hep “ölüm var” olarak çıkıyor.
İlk kitabım yayınlandığında 20 yaşımdaydım. Şimdi 28. baskısı yapılıyor aradan 30 sene geçmiş. Otuz sene önce “Yazdıklarımın yüzyıllar sonrasına filan kalması beni ilgilendirmiyor. Şu an söylenecek sözüm var. Söylüyorum. Sadece yazdıklarımdan ahirette hesaba çekilmekten korkarım. Gerisi umurumda değil” demiş idim.
28 baskı yaptı ama yüzbinler, milyonlar satmadı. Her baskı 2 bin filan. İkinci baskıyı yapmasaydı, muhtemelen yine sadece birer baskı yapmış üç-beş kitabım olurdu. Belki.
Vallahi “yazmayan” Murat Başaran, hayattan eksik kalmazdı. Hayat hiç eksik kalmazdı.
Xxx
Ne mi anlatıyorum?
Bazen hayatı tersinden çok ciddiye alıyoruz.
Harcayamayacağımız kadar paranın peşinde telef oluyoruz. Kanırtarak geldiğimiz şaşaalı koltuklar belki rahat ama arkamızdan sövülmediğinden emin miyiz?
Şu ölümlü dünyada o görmesin, bu bilmesin, aman şu kırılır mı diye hayat mı geçer?
Tam buradan bakmayı başarabildiğimiz zaman, kavgalarımızın yüzde doksanı ahmakça, öfkelerimizin de…
Ama “bir göz açıp kapar gibi” diyen şaire de hak verelim, sonra olacak olan şey üç parça kefen bezi, ve “er kişi niyetine…”
Xxx
O zaman ben niye zaman zaman mutsuz, bazen endişeli, çoğu zaman karamsarım?
Doğruyu bilmek başka…
Yaşayabilmek başka…
Ve bilin ki, çoğu zaman kendime anlatıyorum.
Onun için bu köşenin adı “arayış” değil mi zaten!