Kültürel iktidar konusunda daha önce yazdığım yazıları gözden geçirirken, yazılara yazar olarak değil de okur gözüyle baktığımda, resmin tamamlanması önünde bâzı eksik parçalar olduğunu fark ettim.
Kültürel iktidar konusunda daha önce yazdığım yazıları gözden geçirirken, yazılara yazar olarak değil de okur gözüyle baktığımda, resmin tamamlanması önünde bâzı eksik parçalar olduğunu fark ettim.
Kültürel iktidar kavramını, Türkiye’nin kendine mahsus şartları açısından ele aldığımızda, “kültür”e bakışımızdaki yanlışlıklar yüzünden, bir fâsid dâire içinde dönüp durma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Kültür konusunda yapılması gerekenler açısından araç-amaç dengesini kurmakta zâfiyet gösteriyoruz. Amaçtan çok araçlarla uğraşarak teferruat için boğuluyor ve telâfisi imkânsız zaman kayıpları yaşıyoruz.
Kültürün ortak değerler üzerinde bir uzlaşma ve asgarî müşterekleri paylaşma sistemi olduğunu bilmeliyiz. Bir kültürün güç ve etkisinin de bu uzlaşı ve paylaşımı meydana getiren ortak elemanların çokluğuna bağlı olduğunu unutmamalıyız. Bir kültürün diğer kültürlere açık olması ve onlarla alışveriş içinde olması, bir zenginleşme imkânı ve şansıdır. Ayrıca bir kültürün dışarıya açık olması o kültürün güçlü olduğunun göstergesidir ve onu paylaşan insanlara özgüven verir.
Ancak kültürün yapı taşı olan uzlaşı ve paylaşımı, iktidârın çarkları arasına koyduğumuzda, uzlaşı yerine hükmetme ve hegemonya sonucunun çıkma tehlikesinin farkında olmalıyız.
Kültürün Uzlaşı Şeridi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, zorlu bir coğrafya ve zorlu bir dönemde siyâset yapan biri olarak, uzlaşıda ikna eden, paylaşımda da en azından kaybetmeyen taraf rolünü tercih etmektedir. Dünyâyı “üstünlerin hukûku” anlayışı ile işleyen bir sistem olarak kuranların kovanına çomak soktuğu iddia edilen Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin yıllardır gasp edilen payını ülkesi ve halkı adına istemede yerden göğe kadar hakkı vardır. Hatta bu hak değil, bulunduğu makâmın ona yüklediği sorumluluktur. Bunun yanında hakkı olmadığı hâlde pay almak için her türlü oyunu oynayanların kurduğu hukuk(!) düzeninde işlerin “kültür” kavramının uzlaşı şeridinde gitmesi pek de mümkün değildir.
Bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kültürel iktidar konusundaki çıkışı henüz hedefine ve hedef kitlesine ulaşmış değildir. Bunun sebebi, çıkışın hedef kitlesinin amaç yerine araçlar üzerinde yoğunlaşmasıdır. Siyâseti, çıkar ilişkileri üzerine kurulu kaygan zemindeki politik ayak oyunları olarak gören zihniyet, Cumhurbaşkanımız’ın bu çıkışının hedef kitlesine ulaşmasındaki en büyük engeldir. Tabela meraklıları ve tribüne oynayanlar hemen durumdan vazife çıkarıp suyu bulandırmaktadır.
Kültürde Bilgelik
Kültürel iktidar, muktedir olanın hegemonik kültürü değil, uzlaşı ve paylaşım üzerine kurulu kültürün hakkaniyetli egemenliği demektir.
İletişimin gerçekleşmesi için şart olan en az iki kişi arasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkan siyâset, kültürün mütemmin cüzleri olan uzlaşı ve paylaşımı âdil şekilde yönetme bilgisi olarak anlaşılmalıdır. Bu bilgi dinî inancın, siyâsî görüşün, dünya algısının, fikrî ve entelektüel altyapının ayrıştırıcılığını önlememizi sağlar. Bu bilginin kültürün paydaşları olarak insanları nesne değil de, özne olarak görmesi de bilgelik seviyesidir.
Bilgelik seviyesine ulaşmış bir kültür bilgisi, ülke yönetiminde hangi siyâsî görüş hâkim olursa olsun, iktidardaki siyâsî görüş hegemonikleşmeden toplumun yönetilmesini mümkün kılar. Böylece siyâsî iktidar da kültürel iktidar açısından bir zâfiyete düşme endişesi yaşamaz. Aksine, siyâsî iktidar, hizmet etme iddiâsında olduğu halkı, kültürel koalisyon çıkmazına girmekten kurtarmanın teşekkürünü de almış olur.
Bilimci İktidar Kültürü
Batı’nın kendi kurucu unsurlarını yok ederek ortaya çıkardığı “bilimci” tavır, iktidar yapısına bulaştığında, kültürü meydana getiren unsurlar, tek tip bir bakış açısı içinde yok olurlar. Kendi düşüncesini mutlak doğru kabul eden bilimci tavır, bilimin kuşkuculuğunu bir kenara ittiğinden beri, bildiğini okumayı doğal hak zanneden hegemonik anlayış, züccâciye dükkanındaki fil gibidir.
Türkiye, bu filden çok çekmiştir. “Ulus yaratma” hevesiyle “aynılık” üzerine kurulan bir iktidar yapısı, kültürün “kültürleme” tarafını ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla “kültür” bu ülkenin insanına âdeta “döve döve” verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konseri sırasında dinleyicilerin çıkmaması için salonun kapıların kilitlenmesi bunun en bilinen örneğidir. “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” sözü bu olayda söylenmiştir.
Kuruluşundaki bu yanlış temel taşını hâlâ yerinden çıkartıp atamayan devlet yapımız, tek yönetim şeklinin bu zannedildiği bir iktidar geleneğinden kurtulamamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kültürel iktidar konusundaki sitâyişinin ve mesajının hedefine ulaşmamasının bir sebebi de bu kötü geleneğin kalıntılarıdır.
Birileri hâlâ siyâseti kültürün değişken ve gelişmeye açık yapısı içinde yapmak yerine; kültürü, siyâsetin katı, değişime kapalı kalıpları içine sokmayı mârifet zannedip bu yanlışta ısrar etmektedir. Devlet yapısını “fethedilecek kale” olarak gören bu zihniyet, “kültür”ü de bu fethin silahlarından biri olarak kullanma yanlışından kurtulamamaktadır.