Kaçırılarak hunharca öldürülen Eylül çocukların, evlatları tarafından canları alınan anne babaların, trafikteki makasla ölüme itilen canların, eğlence için şiddete maruz kalan hayvanların sorumlusu elbette katillerdir. Peki, bu katilleri yetiştiren toplumun, bizim hiç suçumuz yok mu?
İnsani değerlerin fert, aile ve toplum düzeyinde zayıfladığını gösteren davranışlar, neredeyse yaşamımızın her karesini istila etti. İrfan geleneğinden gelen toplumumuzdaki bu davranışlar, her defasında kanımızı donduruyor ama aynı olaylar artarak devam ediyor.
Büyük resmi görmekten hızla uzaklaşıyoruz. Çünkü davranışlarımız, her geçen gün biraz daha şükürden uzaklaşıp içgüdülerimizin emrine giriyor. Egomuzu yönetme aczi, bizi başta diğer insanlar olmak üzere canlılardan ve cansızlardan uzaklaştırıyor. Âdem, parçası ve aşığı olduğu âlemden ayrı düşüyor. Kendimizi bilme yolculuğumuz, zaferle sonuçlanmadığı için ne yazık ki taşıdığımız insani değerleri hızla yitiriyoruz.
Belki de kulaklarımız güzel sözler duymadığı, gözlerimiz kendi gerçeğimize köreldiği, dilimiz belagatten uzaklaştığı, burnumuz ötelerin rayihasına yabancılaştığı ve tenimiz maddi gerçeklerin ötesine geçemediği için bocalıyoruz. Bocalıyoruz da hayatımızın merkezinde olması gereken ve insanı insan kılan manevi gücün ilahi sistemini reddedip yerine benliğimizi, ideolojimizi, maddi kazancımızı kısacası dünyevi hırslarımızı koyuyoruz.
Büyük Resim ve Şükür
Metafizik bir bakışla büyük resmi yitirdiğimiz için gurur ve kibirle süslü benliğimizi yüceltiyor sonra da bunu özgüvenle açıklıyoruz. Oysaki özgüven, insanın sınırlarını aşmadan ortak insani değerler için mücadele etmesidir. Kendini ben merkezli yüceltme hastalığından kurtararak toplum ve öteki merkezli bir hayatı inşa etme çabasıdır özgüven. Sağlıklı bir özgüven anlayışı insanın, varlık dünyasındaki yerine şükretmesi, kendine takılmadan başkası için üretme mücadelesidir.
Mutluluğun sihirli formülünün, kendimizi bilme ve elimizdekilere şükür olduğunu unutmuş görünüyoruz. Şu halde birey ve toplum olarak kendimize güvenmek yetmez. Şükür yolunun yolcusu olup geçici hazlardan kurtulmak bizi gerçek mutluluğa götürecektir.
Günümüzün temel sorunları olan kaygı, psikopati, depresyon, öfke, şiddet ve ben merkezli davranış modeli, toplumsal yaşamın bireye yükleyeceği şükür devasıyla aşılabilir. Şükretmek her şeye rağmen iyiliği haykıracak bir bilinci yakalamaktır. Zira olana rıza gösteren kanaatkârlık, insanı iyi ve mutlu eder. Burada pasif bir geri çekilme ve durağan bir yaşamdan değil, mücadele odaklı aktif bir sabır davranışından söz ediyoruz. Bu elimizde olamayan için mücadeleden çekilmek değildir.
İnsani Kalkınma
Şükür, boş bir ısrarın peşini bırakmak, yeri geldiğinde durabilmek, elindekiyle yetinebilmek başarısıdır kimi zaman. Bazen de gecenin içinde kendi resmimizin hudutlarına vakıf olmak, varlığın anlamını tefekkür etmektir. Şükür; bireyin psikolojik durumunu diri tutarak, varlık sahnesindeki rolünü dengeleyen bir kaldıraçtır aynı zamanda. Ferdin, içinde bulunduğu toplumun manasıyla buluşmasını sağlar. Zira büyük resme aşina olmanın rahatlığıyla dünyayı görmek ve kötülükle mücadele etmenin zorlu yoluna ve yolculuğuna aday olmak kolay değildir.
Büyük resmin sahibini düşünmeden ve O’nu, küçük resmimizin merkezine koymadan geçen hayat, elbette buhranlarla dolu olacaktır. Bu buhran bugünün insanını, kimsenin olmadığı ortamlarda kolayca şiddete yöneltmektedir. Oysaki âlemin kendisini seyrettiğine inanmak, sanal bir dünyanın kucağına itilmiş olan insanı, kötülükten alıkoyacaktır.
Dünya, hızla küresel bir şükürsüzlük girdabında ilerlerken şükür geleneğinin örneklerinden olan toplumumuzun, bu tehlikeden uzak durması için yapılacak çok işimiz var. Kuşkusuz toplumun; ekonomik, siyasi ve kültürel kalkınması önemlidir. Ancak temel insani değerleri koruyacak bir insani kalkınmayı gerçekleştirmek de elzemdir. Siyasetin önemli bir gündemi, birey ve toplumun gizli hazinesi konumundaki insani değerlerdeki olası eksen kaymasına çareler üretmek olmalıdır. Kendisiyle, Yaratanıyla, toplumla ve doğayla barışık, kanaatkâr kalpler inşa etmeliyiz. Böylece insanımız, kendisi, diğer insanlar, çocuklar, hayvanlar ve çevreyle kurduğu evrensel ilişkiyi yeniden derinleştirecektir. Ve kendi gerçeğini şükür aynasından seyretmenin doyumsuz hazzını yeniden yakalayarak, şükredenlerin mükâfatına aday olacaktır.