Fertler ve toplumlar için şiddet asla bir iletişim formu, biçimi, şekli olamaz diye genel kabul görmüş hükmü yazının girişinde belirtelim öncelikle.
Fertler ve toplumlar için şiddet asla bir iletişim formu, biçimi, şekli olamaz diye genel kabul görmüş hükmü yazının girişinde belirtelim öncelikle.
Spor alanlarında; gerek salonlarda gerekse ve daha ziyade futbol sahalarında yıllardır yaşanan şiddet görüntülerine eklenen en son ve en büyük halka hakem Halil Umut Meler’e Ankara’da maç sonu yapılan yumruklu, tekmeli saldırı oldu.
Bunun çok daha öncesinde gene bir hakemimiz Volkan Bayarslan’ın 24 Nisan 2016 tarihinde Trabzon’da sahaya giren bir taraftarca darp edilip yerlere yuvarlandığını ise ne yazık ki unuttuk. Çünkü o hadiseyi gerçekleştiren taraftar hak ettiği cezayı almadığı için toplum içinde adalet duygusu zedelendiğiyle kalmış ve eylemci fanatiklerce kutsanmış, alkışlanmıştı.
Beşiktaşlı futbolcu Josef de Souza uçan tekme ile arkadaşlarına saldıran taraftarı engellediği için kırmızı kart görmüş gene olaya karışan taraftar araya giren “abiler” tarafından kurtarılmış ve başı yanan, saldırganı durdurduğu için kırmızı kart gören Josef olmuştu.
Fenerbahçe’nin eski başkanlarından Aziz Yıldırım ise Yakın Doğu Üniversitesi Kadın Basketbol Takımı Başkanı Işık Eyigüngör’ü tribünde tokatlamış ve yine hiçbir şey olmamıştı.
Yani bu kötü örneklerden de görebileceğimiz üzere şiddet bizde bir iletişim dili, yolu, yöntemi olarak kullanılıyor maalesef. Derdini düzgünce anlatamayan, hakkını sistem içinde savunmak istemeyen hemen kısa yola şiddete başvuruyor bizde hem de spor alanlarında. Ha diyeceksiniz ki şiddet sadece sahada mı oluyor, trafikte şiddet yok mu, aile içinde şiddet yok mu, okullarda akran zorbalığı şiddet değil mi? Bir başka deyişle şiddet sarmalındayız kaçınamıyoruz ondan.
Bir de hadisenin diğer yönünden bahsedelim yazımızın bu bölümünde. Evet hakeme şiddet kötüdür, cezaların en ağırı ile tecziye edilmelidir, insanlarımızın ruh halleri sıkıntılıdır, çözümü şiddette aramak son yılların en gözde eğlenceliklerinde mafyatik, racon, vb. dizilerinde kutsanırken, sakin kalmak “enayilik” olarak görülürken Nasreddin Hoca’nın dediği gibi bütün suç benim, hırsızın (sistemin) hiç mi suçu yok noktasına da bir bakalım.
Burada da hakemlere şiddeti telin etmekle birlikte son yıllarda yaşanan onlarca- yüzlerce fahiş hakem hatasından, kulüp yöneticilerinin ve futbolcuların yitip giden emeklerinden, el değiştiren şampiyonluklardan, haksız yere küme düşen takımlardan hiç mi bahsetmeyeceğiz, hakemlerin her çaldıkları düdük doğru ve hakkaniyetli mi yani? Nice haksız yere kaybedilen maçtan sonra soyunma odasının duvarlarını yumruklayan futbolcular, yöneticiler olmadı mı yani? Sadece hakemler masum, geri kalanı olağan şüpheli mi yani?
TFF, MHK, Hukuk Kurulu, Disiplin Kurulu tıkır-tıkır işliyor, her şey yolunda, hiç sıkıntı yok ama yönetici hakeme saldırıyor dersek gerçeği göz ardı etmiş oluruz. Yöneticinin yaptığı kriminal bir eylem ve TCK neyi gerektiriyorsa cezasını çekmeli ama hakemler de İsa Mesih değiller, bunu da analizimize dahil edersek çözüme daha kolay ulaşırız, vesselam.
Şiddeti tetikleyen ortamı yani bataklığı kurutmamız gerekirken biz sivrisineklerle savaşırsak el alem bize güler. İyice toksik hâle gelen futbol sistemini TFF’nin delege yapısından başlamak üzere baştan sona revize etmez ve çağın gereklerine uydurmazsak sadece daha fazla şiddet olmasın diye dua eder dururuz.
Halil Umut Bey’e geçmiş olsun dileklerimizle,