Önceki günkü; "Seni Neylemeli Güzel İstanbul" başlıklı yazımın birincisini; "… İstanbul'un her bölgesini köşe bucak iyi bilenler; bugünkü İstanbul fotoğrafına yansıyan gözyaşlarına hüzün dolu gözlerle bakmaktadırlar ve gördüklerine üzülmektedirler.

“Ben de 1960’dan günümüze bu muhteşem şehrin tüm güzelliklerini, semt, semt dolaştım. O eski İstanbul’un görmediğim yeri yoktur. İstanbul unutulmaz “Bir Aşk Hikayesi”dir”.

O İstanbul’da ve bugünkü İstanbul’da gördüklerim yaşadıklarım. O “Aşk Hikayesi” ile ilgili yazacaklarımı da yarın buraya taşıyacağım” sözleriyle bitirmiş ve “bugün devam edeceğim” demiştim.

Son günlerde her yerde gördüğümüz “Istanbul Bir Aşk Hikayesi” sözleri hemen hemen hepimizin yıllardır söyledikleridir. Mazisini arayan İstanbul’un geçmişinden aklımıza kalanları ve İstanbul’u İstanbul yapan bu özelliklerden bir kaçına yeniden hatırlamak çok güzel olacak.

O yıllarda İstanbul’da yaşayanlar kendileri için birer eğlence, dinlenme mekanı, olan bir çok yere gidebilmek için hafta sonlarını iple çekerlerdi.

Denize girmek için; Adalar’la birlikte, İstanbul içi ve çevresinde ismi hala dillerde dolaşan plajlarına giderlerdi. O muhteşem Caddebostan plajı, Florya Güneş plajı, Anadolu yakasındaki Süreyya plajı ve İdealtepe plajı, Moda plajı, Tarabya plajı, Trakya’ya giderken İstanbulluların en gözde tatil yöresi Kumburgaz nasıl unutulur. İstanbul’dan biraz uzaklaşmak isteyenlerin tecihleri; Marmara’daki Çınarcık, Karadeniz kıyısındaki Şile, Kilyos, uzak olmasına rağmen İstanbulluların sayfiye ve tatil yöresi Ayvalık, daha sonraları zenginlerin yazlık mekanlarını oluşturan Altınoluk. Sadece yaz tatilleri için gidilen Bodrum, Kuşadası ve Çeşme.

Nasıl unutulur, İstanbul’un toplu taşımasının yükünü çeken Beşiktaş Edirnekapı arasında durmadan, bıkmadan çalışan günümüz nostalji tramvayı.

70’li yıllardan beri, İstanbul’un toplu taşıma yükünü çeken, özellikle kış günlerinde içindeki kocaman sıcacık motorunun üzerine oturarak gideceğimiz yere gidebildiğimiz o cefakar Skoda ve Taksim Beyazıt arasında ring seferi yapan ikarus İETT otobüslerini, boynuzlu dediğimiz üzerindeki hattan elektrik alarak toplu yaşıma hizmeti veren meşhur troleybüsleri kim unutabilir ki. Ya en güzel anılarımızn saklandığı o güzelim Boğaz Vapurlarımız. En çok hatırlamamız gereken, uzun yıllar sonra bu günlerde yeniden hizmete girecek olan Halkalı-Sirleci ve Haydarpaşa-Gebze arasında çalışan banliyo trenlerini görenlere, bilenlere sorun da anlatsınlar.

Toplu taşıma yapan İETT otobüsleri, belli merkezlerden hemen hemen her semte giden çoğu strapenteli on kişi taşıyabilen dolmuşlar ne kahrımızı çekmiştir.

Unutulur mu; Sarıyer’de börek yemek, bira ile midye tava ve midye dolması yemek, Emirgan Çınaraltı’nda çay içmek, Kanlıca’nın yoğurt ve süt mısırı, Ömür’ün ayran, yoğurt ve o meşhur Ömür tost ve hamburgeri. Moda ve Salacak sahilde çay içmek.

En güzel giysileri ve elbiseleriyle kadın erkek birçoğunun gezmek için geldikleri muhteşem Beyoğlu ve bir başka keyif yüklemesi ile mutluk yaşatan doyumsuz, zevklerin ve aşkların mekanı Adalar’ı nasıl unuturuz.

İşte böylesine, dopdolu “Bir Aşk Hikayesi” bu güzel İstanbul.

Bugünkü haline ağlamasın, gözyaşı dökmesin de ne yapsın.

BİR TUTAM TEBESSÜM

TEKRAR İNİP BİNSEK Mİ?

Bir makine, bir elektrik, bir de bilgisayar mühendisi arabayla yola koyulmuşlar.

Bir süre sonra arıza yapmış, arabayı kenara çekmişler.

Makine mühendisi;

- “Durun ben bi bakayım…” deyip kaputu açmış, motor blokuna, şafta, diğer

aksamlara bakıp birşeyler yapmış, arabaya binmiş. Marşa basmış ama araba çalışmamış.

Elektrik mühendisi;

- “Dur bir de ben bakayım…” deyip kaputu açmış. Aküye bakmış, kabloları kontrol edip arabaya binmiş. Marşa basmış ama araba yine çalışmamış.

- İkisi de başını bilgisayar mühendisine döndürmüşler.

Bilgisayar mühendisi;

- “Eee… İnip tekrar binsek mi, motor belki halimizden anlar, bize acır?”