Biraz hava almak için evden çıktınız. Bir süre yürüdükten sonra başınızı gökyüzüne doğru kaldırdınız. O da ne? Yağmur bulutları…
Biraz hava almak için evden çıktınız. Bir süre yürüdükten sonra başınızı gökyüzüne doğru kaldırdınız. O da ne? Yağmur bulutları… Yüzünüzü ekşittiniz. Derken... Başınızın üzerine bir yağmur damlası düştü. Sonra bir diğeri, ardından diğerleri... Sağanak şeklinde yağmaya başlayan yağmura yakalandınız. Hay aksi, şemsiyeniz yok! Hemen eve doğru koşmaya başladınız, biraz da ıslandınız. “Keşke şemsiyemi yanıma alsaydım” deyip pişman oldunuz. Saçınızı kurularken “Şemsiyeyi kim, ne zaman icat etti acaba?” diye düşündünüz. Gelin, şimdi merakınızı giderelim ve şemsiyenin tarihiyle ilgili detayları öğrenelim.
Tarihi binlerce yıl eskiye dayanan şemsiyenin ilk kez nerede, ne zaman ve kim tarafından kullanıldığı tam olarak bilinmiyor. Ancak arkeologlar ve tarihçiler basit şemsiyelerin Eski Mısır’da icat edildiğini düşünüyor. Bugün herkesin sahip olabildiği ve çoğunlukla yağmurdan korunmak için kullanılan şemsiyeler eskiden seçkin devlet ve din adamları tarafından güneşten korunmak amacıyla kullanılırdı. Bir çubuğa bağlı palmiye yaprağı ve papirüslerden yapılan bu şemsiyeler hizmetliler tarafından tutulur ve yöneticiler için bir otorite sembolü olarak görülürdü. Eski Mısır, Asur ve Çin gibi eski medeniyetlerden günümüze ulaşan antik sanat eserlerinde şemsiyelere rastlamak mümkün.
Türkçeye Arapçadan geçen şemsiye kelimesi “güneş” anlamına gelen şems’ten türetilmiştir ve “güneşlik” anlamını taşır. Fransızcada parasol olarak adlandırılan eski şemsiyelerdeki sol kelimesi “güneş” anlamına gelirken para kelimesi ise “kesen” anlamında kullanılır.
Uzun yıllar boyunca bir grup insan tarafından kullanılan şemsiyeler 1500’lü yıllarda Avrupa’da piyasaya sürüldü ve kısa sürede kadınlar arasında moda hâline geldi. 1700’lü yıllara kadar kadınlar şemsiyeyi bir aksesuar aracı olarak gördü ve yüzlerini güneşten korumak için küçük, zarif ve renkli şemsiyeler kullandılar. Hatta Paris’te son şemsiye modellerinin sergilendiği moda gösterileri bile yapıldı.
İngiliz gezgin ve yazar Jonas Hanway, 1750’lerde, kadınlara ait bir aksesuar olarak görülen şemsiyeyle Londra sokaklarında dolaşmaya başladı. İnsanlar tarafından başlangıçta alaya alınsa da bu düşüncesinden vazgeçmeyen Hanway şemsiyenin erkekler arasında da popüler olmasını sağladı. Öyle ki bir dönem şemsiyelerden “Hanway” olarak söz edildi.
Şemsiyeyi yağmurdan korunmak amacıyla ilk kullananlar ise Çinliler oldu. Çinliler şemsiyenin yağlı kâğıttan yapılmış çatı kısmını su geçirmez bir bal mumu tabakasıyla kapladı. Zamanla daha dayanıklı olmaları amacıyla çatı kısımları deriden, çıtaları ise balina kemiğinden, sapları ahşaptan yapılan şemsiyeler üretildi ancak bu şemsiyeler hayli ağırdı.
Bu sorunu çözmek isteyen İngiliz Samuel Fox 1852 yılında çelik iskelete sahip, diğerlerine göre çok daha hafif ve kullanışlı bir şemsiye icat etti. 1928 yılında ise Alman Hans Haupt, Fox’un tasarımını geliştirip katlanabilen ve çantada taşınabilen ilk portatif şemsiyeyi tasarladı.
Günümüzde kullanılan farklı renk ve tasarımlara sahip şemsiyelerin çoğunun çatı kısmı su geçirmez naylondan yapılıyor. Teflon kaplamalı alüminyum ya da cam elyafından üretilen iskelet, sap ve tutma kısımları ise şemsiyeyi çok daha hafif hâle getiriyor.
Türkiye'de şemsiye
Türkiye'de ilk örnekler ülke dışından getirilen şemsiyelerin kullanımıyla oldu. 1882 yılında İstanbul'da yaşayan Robenson adlı bir İngiliz'in üretime başlamasıyla ilk yerli yapım şemsiyeler de kullanıma girdi. Bugün dünyada, çeşitli modelleri, boy ve renkte olanları bulunan şemsiyeler, değişik yay mekanizmaları aracılığıyla açılıp kapanan, manuel, yarı otomatik ve tam otomatik modeller içermektedir.