Zaman zaman üzerinde durduğumuz oldu. Kent ile şehir arasında biz şehir kelimesini kullanmayı tercih ettik.

“Dünyaya geldiğin zaman, sen ağlarken çevrendekiler gülüyorlardı, öyle bir hayat sür ki öldüğünde, çevrendekiler ağlarken sen gülümseyerek ahirete gidesin.” Necmüddin Kübra

Zaman zaman üzerinde durduğumuz oldu. Kent ile şehir arasında biz şehir kelimesini kullanmayı tercih ettik. Zaman zaman kent kelimesini kullanmış olsak da şehirden yana tavrımızın olduğu bilinir. Şehir bizi imar eder. Ruhumuzla, gönlümüz ve aklımızı olgunlaştırır.

Şehirler; tarihi, derinliği ve geçmişi olan yerleşim alanlarıdır. Asırlara yönelik bir geçmişin mirasını bize bir laboratuvar alanı olarak sunmaktan büyük keyif alır. İnsanlığın ortak mirasına sahip varlığıyla kültürün, sanatın, şiirin, roman ve hikâyenin fazlasıyla bulunduğu iklimlerdir şehirler. Yürürken, otururken, dokunurken onların hikâyelerini dinlersiniz. Dünyanın bütün renklerini içine alacak kadar geniş bir dünya şehri olmasının fırsatlarını içinde taşıdığından yaşayan şehirler unvanını da ellerinde bulundururlar. Edirne’den İstanbul’a, Bursa’dan Eskişehir’e, Kütahya’dan, Tokat’tan, Antalya’ya, Ankara’dan, Çorum’dan, Konya’dan Tarsus’a, Antakya’ya, Kahramanmaraş’tan Şanlıurfa’ya Diyarbakır’a, Mardin’e ufuklar açmak ve bütün bir Anadolu’nun yaşayan şehirlerinde sofralar kurup onların hikâyelerini, romanlarını, acılarını ve aşklarını dinlemek, şiirlerle, türkülerle dile gelmek insanı yaşatan unsurlardır. Hacı Bayram Veli Hazretleri “Nutku Şerif”inde şöyle söylüyor:

“Çalabım bir şar yaratmış iki cihan arasında

Bakıcak didar görinür ol şarın kenaresinde

Nagehan ol şara vardım ol şarı yapılır gördüm

Ben dahi bile yapıldım taş u toprak arasında”

Tarih, kültür, sanat, edebiyat ve şiir olmadan medeniyet olmaz. Bundan kaynaklı kökü derinlerde bulunan coğrafyamızın kadim kültürel dokusunda boy verip boylamak, geçmişin sesini duyarak, şehre sahip çıkmak her insanın üzerine düşen ödevlerdendir. Çünkü bizden evvelkilerden bizlere emanet olarak bırakılmıştır. Emanete sahip çıkmak bir insanlık borcudur. Ülkenin geleceğini düşünmek, doğru yöneticileri yönetime getirmek asli ödevlerimizdendir. Bunu ihmal tarihe ihanet olur. Elde edilmiş imkânları kaybetmeye sebep olacak her adım hayatı altüst ettiği kadar sanatı da, şiiri de kültürü de altüst eder. Şiiri, sanatı, musikiyi, severseniz insanları seversiniz. Tarihi, coğrafyayı, ağacı, yeşili, denizi severseniz insanı seversiniz. İnsanın emrine verilmiş olan dünya ve içindeki nimetlere karşı nankörlük etmeden, gelecek kuşaklara emaneti taşımak, tarihe tanıklık etmek, kıymetleri artırarak yolu genişletmek tıpkı ev halkına, doğaya, varlıklara, devlete, millete sahip çıkmak kadar önemlidir.

İnsana verdiğiniz değer yatırımlarla ölçülür. İnsanın kıymeti verdiğiniz kıymet kadardır. Vatanseverlik yaptıklarınızla anlam kazanır. Ne kadar değerli olmak istiyorsanız kendinize o kadar yatırım yapmalısınız. Kendi kıymetinizi ancak ve ancak kendiniz artırabilirsiniz. Kendisine değer vermeyene bir başkasının değer vermesi beklenemez. Bu açıdan bakıldığında insan, kendi değerini aldığı eğitimden, okuduğu kitaplardan, beraber olduğu insanlardan, yan yana durduğu, yol yürüdüğü kişilerden ve emanet aldığı şehrin değerlerinden edinir. Kültür sanat etkinlikleriyle insanların medeni olma ihtimalleri vardır. Medeni olamayan insan zengin olsa, gökdelenlerde otursa bir anlamı olmaz. O şehre, o kültüre, yaşadığımız ve inşa ettiğimiz medeniyete bir katkısı olmaz. Bilakis yük olur. Şehirlerde insanlar gibi duyarlar, konuşurlar ve hissederler. Bu hissedişlerin, duyuşların ve dokunuşların sonucunda şehrin gerçek sahipleri ancak ortaya çıkabilir. Bu duygularla kaleme aldığımız eserlerimizden “Edebiyat ve Medeniyet”, “Şiir ve Medeniyet”, “Şehir ve Medeniyet”, “Kültür ve Medeniyet” aşkın bir ruh olarak şehri ve şehrin içindeki insanları besler ve büyütür. Gördüğünüz, dokunduğunuz, oturduğunuz, varlığıyla gönendiğiniz, rüzgârıyla esinlendiğiniz, havasıyla, suyuyla, aşıyla ve ekmeğiyle beslendiğiniz bu türden şehirler ruhuyla sizi kucaklar. Siz ne kadar hassasiyet gösterirseniz onların da aynı oranda size hassasiyetle davrandıklarını zaman içinde fark edebilirsiniz. Bu bir incelik yolculuğudur. İncelik aynı zamanda nezaketi, aynı zamanda estetik anlayışı ve aynı zamanda duygunun asaletini ortaya çıkarır.

Kent, soğuk duvarlarla örülüdür. Mimari anlayışı, tanzimi, dekoru, tezyini elhasıl her bir şeyi modernizmin etkileriyle dolu olarak, bireyselleşerek toplumdan koparır ve toprakla insanın temasını tamamen yok eder. Bu durum insan fıtratına uygun değildir. İnsan fıtratı tevazuu, kökünden beslenmeyi, doğal hayatı ve dengeyi bozmadan yaşamayı icap eder. Toprakla oynayacak, çamurdan gerekli vitaminlerini alacak ki çiçekler koksun, güller daha güzel açsın, börtü böcek cümbür cemaat koşsun. Modernizm bütün bunları birer nostalji (geçmişe özlem) olarak görür ve insanı insandan koparmak suretiyle bireyselleştirerek yüksek binalara hapseder. Yalnızlaştırır. Gökdelenler bundan dolayıdır ki yükselmeyi sürdürür. Bu durum insanı yalnızlaştırdıkça, köklerinden, toprağından ve toplumundan uzaklaştırdıkça psikolojisi bozulur ve böylelikle psikologluk hastalıklar sökün eder. Tedaviler modern insanı rahatlatmaz. İnsanın atardamarları olan dinle, toplumla, toprakla kurulacak olan bağlarıyla ancak tedavi yolu gözlemlenebilir. İnsan kendisiyle buluştukça, toprağa yüzünü, gönlünü ve ruhunu yaklaştırmış olur. Oysa Modernizm, modern hapishanelere taşıyarak insanı kendinden, ailesinden, toplum ve devletinden kopararak depresyonun bulvarlarını genişletir. Şehrin imar ve inşasında ise; emeğin, alın terinin, ustaların, samimiyetini görürsünüz. Herhangi bir külliyede, camilerde, medreselerde, şadırvanlarda, su kemerlerinde gördüğünüz ustaların maharetli ellerinin ortaya koyduğu estetik sanat eserleri, yüzyıllar boyu insanlık âlemini sulamaya, onları selamlamaya devam etmektedir. Şehre bakışımızın ana unsuru, bireyin kendisinden kopmasına izin vermemek, toplumun değerleriyle beslenmesini sağlamak ve yaşamış olduğu devletin erdemleriyle erdemli birer insan olma kıymetidir.

Bu açıdan edebiyatımız, tepeden tırnağa kadar edeple beslenir, edepten ibarettir. Şiirimizin de dili edeptir, edebiyatımızın da, sohbetimizin de, yaranlığımızın da temeli edeptir. Öyle olmalıdır. Edebin dışındaki her durum, her söz, her yazı, her hal ve davranış kişiyi sislendirir. Edep; sissiz, yalın ve aydınlık ifadeler bütünüdür. Sözün süslediğini hiçbir şey süsleyemez. Sözün güzelliğinde ebedi iksir vardır. Sözü özle bütünleştirmek icap eder.

Rahmetli Necip Fazıl: "Bizce şiir, mutlak hakikati arama işidir. Eşya ve hadiseleri, bütün mantık yasaklarına rağmen en mahrem, en mahcup, en nazik ve en hassas mahiyetini tutarak ve nispetlerini bularak mutlak hakikati arama işi" olduğunu ifade eder. Cahit Sıtkı ve Ahmet Muhip Dranas üzerinde ciddi etkisinin olduğu görülmüştür. Hece şiirimiz, Necip Fazıl Kısakürek’le yeniden dirilmiş, Yavuz Bülent Bakiler ve Sadettin Kaplan bu yolu pekiştirmişlerdir. Şiir, tehlikeyi göze alanların işidir. Her adımda şiir uçuruma götürebilir şairini. Akıl tutulması dediğimiz unsur, şiirin yollarında gizlidir. Renkli alkışlar, övgüler, şımarma, büyüklenme, gurur ve kibir gibi uçurumlar sanatta, edebiyatta ve şiirde mevcuttur. Ruhun terbiyesi bedeni terbiye eder. Bunu ihmal etmek gereklidir. Buna rağmen şiir, insanlığın asalet elbisesidir. Şiirin gücü, sözün gücünden kaynaklıdır. Söz, sıhri barındırır. Şiir hapsettirir, öldürür, derisini yüzdürür adamın. Aynı minvalde iki cihanda aziz kılar. Sanat, kültür, estetik insanın gerçek mayası-özü olan toprakla başlar. Toprak, verendir, doyuran ve doğurandır. Toprakla temas, şiirle teması sağlar. Şiir sağlıklı insan olma yollarını öğretir tıpkı toprak gibi. Bütün dokuların ana kaynağıdır toprak. Bu pencere sebatın ulviliğine ulaştırır. Çünkü sanatla meşguliyet, asıl sanatları keşfetme eyleminden ibaret. Büyük sanatkâra doğru yol almaktır meselemiz.

Medeniyet iddialı olanlara has bir meziyettir. Ülke insanımız kendi ülke gerçeğiyle ilgilendiği kadar dünya gerçeğiyle de ilgilenir. Bu bir medeniyet bakışı, anlayışıdır. Emeğin kutsal yükü, çabanın sonucundadır. Alın teri eşyayı anlamlı kılar. İşimiz memleketin her karış toprağını sulayan şehitlerimizin aziz ruhları için kadim kültürümüzü aktarmak ve değerlerimizin yenilenmesine, dirilmesine, ruhların inkişaf etmesine katkılarda bulunmak icap eder.

Bu vesileyle Kadir Gecenizi ve Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum. Bu bayramın uyanışa, idrakimizin açılmasına, mümin kardeşliğimizin oluşmasına vesile olmasını temenni ediyorum. Aklıselim ile kazandıklarımızı yılımıza, ömrümüze, ülkemize yayma gayreti içinde olmaya çalışalım vesselam.

www.recepgarip.com