Burjuva demokrasisi kapitalist üretim sistemine içeriden (köylüler, işçiler ve eski tutucu sınıflardan) gelecek itirazları yumuşatmak için kurulmuş bir tiyatro sahnesine benzer. Gelişmiş ülkelerde her parti üretim süreci içinde yer alan faktörlerden birinin sahiplerini temsil etme misyonuna sahiptir. Genelde sağ partiler şehirli elitler ve burjuvaların, sol partiler köylü ve işçiler gibi emekçi sınıfların, tutucu – muhafazakâr partiler ise toprak sahipleri ve kilise mensupları gibi gerici sınıfların (gerici ile kastedilen kapitalist sistemin öncesindeki sistemdeki hâkim sınıflardır) temsilcisidir.
Partilerin uyguladıkları ekonomik politikalar da, temsil ettikleri sınıfın çıkarına olan uygulamalardır. Zaman içerisinde, bu politik yapı kurumsallaşmış ve toplumlar tarafından içselleştirilmiştir. Türkiye ve Rusya gibi “ne doğuda ne batıda, hem doğuda hem de batıda” olan toplumlarda ise, geç kapitalistleşmenin de yol açtığı etkilerle, siyaset üretimden elde edilen artı değerin farklı sınıflarca paylaşımı üzerine değil fakat artı değeri kendisi toplayan ve tekrar dağıtan devletin merkezi aygıtını ele geçirmek üzere yapılır. Partiler bu amaçla kendilerini toplumun kurtarıcısı ve diğerlerini de hain ilan etmeye eğilimlidir. Bu yüzden her parti toplumun tamamı için ortak olan değerlerden en az bir tanesine (örneğin bayrak, vatan, milli kimlik, din veya kurucu liderler) sahip çıkmakta ve kendisi dışındaki diğer partilerin bu değeri reddettiğini savunmaktadır. Böylece, toplum psikolojik olarak – arkasında hiçbir maddi gerekçe olmayan - karşıt kamplara bölünmektedir. İktidarı ele geçiren parti kendi görüşlerini toplumun tamamının görüşü olarak kabul eder ve kabulün toplumun tamamı tarafından paylaşılmasını – gerekirse fiziki baskıyla- sağlamaya çalışır. Bu ortamda seçmenler neye göre oy vermektedir? Önümüzdeki seçimde nereye yöneleceklerdir? Bu soruları ekonomi politik zaviyesinden cevaplandırmaya çalışacağım.
Türkiye toplumu bence, yüzde 80’e yakını şehirlerde yaşayan, yüzde 60’a yakını bir mesleki aidiyeti olmayan (devlet memurları ve “ne iş olsa yaparım abi!” diyen vasıfsız işgücü), ortalamada “orta üçten terk” düzeyinde eğitime sahip olan, riski seven, sınıf atlamak ve kısa yoldan köşeyi dönmek isteyen insanlardan oluşmaktadır. Doğaldır ki, şehirde yaşamak ile şehirli olmak arasında büyük farklar vardır. Bizde şehirde yaşayanların büyük kısmı, göç edip geldikleri kasabanın kültürü ve yaşam tarzını (yani kapitalist öncesi dönemin değerlerini) korumakta ve buna “milliyetçilik/muhafazakârlık” adını vermektedir. Şehirde Tek Parti döneminde yerleşmiş ve çoğu devlet memuru olan, batılı tüketim kalıplarını (yanlış anlamayın batının üretim sistemi değil ama tüketimi… DMD) kendi yaşam tarzı olarak belirlemiş elit/ aydınlatılmış kesimler ise kendilerini solcu olarak lanse etmektedirler. Bütün Cumhuriyet tarihi, Atatürk dönemi hariç, bu iki grubun çatışmasına dayanmaktadır. Her iki grubun temel amacı da devletin merkezi idare aygıtını ele geçirmektir. Çünkü artı değerin yeniden dağıtımı buradan yapılmaktadır. Her iki gruba göre de, diğer grup vatan haini ve batı emperyalizminin işbirlikçisidir.
Kendini solcu olarak gören kesim uzun yıllar sahip oldukları imtiyazlı durumu bugün kaybetmiş görünmektedirler, artı değerden sahip oldukları pay azalmıştır. Öte yandan kendini milliyetçi/muhafazakâr olarak gören kesim, çıkıp geldikleri kasaba kültürünü koruyarak yeni yeni ele geçirdikleri artı değerin onlara sunduğu cazip ve “batılı” yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışmaktadırlar. İktidarı kaybetmenin, yeni yeni tadını almaya başladıkları zenginliğin ve şehir hayatının sağladığı zevklerin de sonu olacağını düşünmektedirler. Her iki grup da, kendi durumlarının kötüleşmesini bütün milletin fakirleşmesi, kendi durumlarının iyileşmesini de bütün milletin zenginleşmesi olarak görmektedir. Dolayısıyla, her iki gruba göre de, karşı taraf vatan hainidir. Böyle bir ortamda kasaba kökenli bir fabrikatörle onun çalıştırdığı kasaba kökenli işçi aynı partiye destek vermektedirler. Haliyle, hemşericilik siyaset ve toplum hayatında en önemli kriterlerden biri haline gelmiştir.
Türk toplumunda, bu yüzden, oy skalasında belirleyici faktör, %65-%35 gibi dağılan milliyetçi – muhafazakâr ve sol oylardır. Bir sağcının sol bir adaya, bir solcunun da sağ bir adaya oy vermesi hiç bir zaman kolay olmaz. 1946’dan beri, yani 72 yıldan bu yana, bu dağılım üç aşağı beş yukarı aynı kalmıştır.
Türk halkının önem verdiği ikinci kriter, ekonomidir. Yalnız, burjuva demokrasilerinden farklı olarak Türkler, sınıfsal aidiyetlere göre oy vermez. Dehşetli bir kriz gelmedikçe (2001 Krizi gibi) kolay kolay siyasi tercihlerini değiştirmezler. Takım tutar gibi partilerini tutarlar. Ekonomik durum, kendi ceplerine dokunmadıkça insanlar aynı partiye oy verirler. Şu anda kendini milliyetçi/muhafazakâr olarak gören kesimin büyük bir kısmı hedefledikleri hayat tarzını (bolca dış borçla finanse edilen gösteriş tüketimini) devam ettirmektedirler. Öte yandan kendilerini solcu olarak gören kesimler ise gittikçe gelir ve statü kaybına uğramaktadırlar. Benim tahminim yüzde 65’lik kesimden yüzde 5-yüzde 10 arası ve yüzde 35’lik kesimden de yüzde 15’lik kesim parti değiştirme durumuna gelmiştir. Garip olan yeni bir sol parti yoktur, ama solcu seçmenin oylarına talip olan milliyetçi cenahtan gelen yeni bir sağ partidir. Bu partinin handikapı da buradadır: yüzde 35’ten kopacak yüzde 15’lik kesimi kapayım derken yüzde 65’lik ana kitleden kopmaktadır, öte yandan iktidar blokunun tabanına seslense burada sadece yüzde 7 civarında oy toplayabilecektir.
Basın dünyası da harc-ı alemdir. Her görüşün insanına hitab eden ve yalnızca onların istediğini söyleyen mevkuteler bulunmaktadır, (basın veya gazete demek istemiyorum, uluslararası standartta gazetecilik yapmak çoğu zaman aç kalmak demektir). İnsanlar bu mevkuteleri okurken yeni bir şey öğrenmek değil, kendi inandıkları görüşlerin tekrar edilmesini isterler. Farklı görüşler hemen protesto edilir… Partilerin de kendi görüşlerini yaymak için bu gazetelere ihtiyacı vardır. Kazan ve kazan politikası yani…
Türk halkının üçüncü kriteri ise, etnik ve mezhepsel farklılıklardır. Allah’tan siyasi partilerimiz bu farklılıkları kavga unsuruna dönüştürmemektedir. Her partinin bu açıdan da müşteri kitlesi bellidir ve partiler piyasayı bu şekilde paylaşmışlardır. Şu anda, bu dengeyi bozabilecek ve kendi müşteri kitlesi dışında farklı etnik veya mezhepsel gruplardan kısmen de olsa oy alabilen iktidardaki partidir.
SONUÇ: Seçimde kimse sürpriz beklemesin. Şu anda 2001 Krizi ortamı yoktur. Yeni sağ parti açmazdadır. İktidardaki parti dışında Türkiye’nin her tarafında oy alabilecek bir parti de yoktur. Muhalefetin şimdiden yerel seçimlere hazırlanması da en mantıklı olandır.