Burjuva demokrasisinde partilerin rol dağılımında ikinci sınıflandırma partilerin ideolojik yoğunluğu üzerine olur: Kitle partileri, sağ veya sol kulvarda olsun, daha geniş kitlelere ulaşabilmek için kendi siyasi ideolojilerinden taviz verirler.

Burjuva demokrasilerinde temel çelişki ekonomik üretimden elde edilecek artı değerin paylaşılmasına dayanır. Bu anlamda siyasetin iki ana kulvarı vardır: Sağ ve sol kulvarlar. Sağ kulvardaki partiler genelde ekonomik büyümeyi öncelik olarak belirler. Denebilir ki, bu herkes için iyi bir hedeftir. Ama kazın ayağı öyle değildir… Büyümenin motoru yatırımlar, yatırımları yapan girişimciler ve finanse eden de bankalar ve sermaye piyasalarıdır. Bu yüzden sağ siyaset genelde iş adamı – girişimci – sermayedarları, finans ve bankacılık sektörünü kollayan bir tutum alır. Öte yanda sol kulvar ise büyümeden önce gelir dağılımında adaleti önceler. Bu yüzden geniş çalışan kitlelerinin ücret ve maaşlarının iyileştirilmesi, sosyal güvencenin arttırılması ve nihayet sosyal devletin işletilmesini savunurlar. Bu tartışmasız kâr oranlarının düşmesi, yatırımın ve büyümenin yavaşlaması anlamına gelecektir.

Burjuva demokrasisinde partilerin rol dağılımında ikinci sınıflandırma partilerin ideolojik yoğunluğu üzerine olur: Kitle partileri, sağ veya sol kulvarda olsun, daha geniş kitlelere ulaşabilmek için kendi siyasi ideolojilerinden taviz verirler. Bu anlamda merkez sağ partiler büyüme hedefine yönelirken, aynı zamanda, alt gelir gruplarını iyileştirecek çeşitli popülist politikalara da yönelirler. (Günümüzden örnek verirsek, 48 yaşında kadınları 50 yaşında erkekleri emekli edecek EYT düzenlemesi, düşük faizle ucuz kredi plasmanı, gecekondulara tapu verilmesi ve benzeri, DMD) Öte yandan merkez sol partiler de iş hayatı ile daha sıcak ilişkiler kurarlar, iş gücü lehine uygulayacakları politikaları yumuşatırlar. İdeolojik partiler ise geniş bir halk kitlesine ulaşmayı değil, belli bir siyasi ve iktisadi programı istikrarlı bir şekilde savunmayı amaçlarlar. Bu yüzden iktidara gelmeleri çok mümkün değildir. Ama temsil ettikleri sınıfların çıkarlarını savunmak amacıyla toplumsal muhalefet rolü üstlenirler.

Bu bahsettiklerim standart burjuva demokrasilerinde geçerlidir. Türkiye ise sanayileşmesini ve şehirlileşmesini büyük ölçüde tamamlamış olmakla birlikte, üretim kültürünün ve şehirli / burjuva kimliğinin tam oluşamadığı bir toplumdur. Hızlı ama dengesiz sanayileşme yine hızlı ama çarpık şehirlileşmeye yol açmıştır. Bunun sonucu şehirlerin “şehirlilerin / burjuvanın oturduğu yer” olmaktan çok “lümpenlerin barındığı mekânlar” olmasına yol açmıştır. Lümpen proletarya belli bir mesleki aidiyeti olmayan (yani para kazanmak için yaptığı işi içselleştirememiş, kendi kimliğinin ayırt edici unsuru olarak mesleğini görmeyen, DMD), toplumsal kurallardan çok kendi kişisel çıkarlarını önemseyen, ahlâki değerleri oturmamış insanlardır. Bu kitlelerin ağırlıkta olduğu toplumlarda siyaset sınıfsal çıkarlardan çok etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin ağır bastığı yapılara dayanır. Dolayısıyla, siyasete yaşam tarzı farklılıkları ve kimlik kaygıları şekil verir.

Bugün İYİ Parti’yi anlatmaya çalışacağım. Bence İYİ Parti halâ daha siyasetteki yerini tam belirleyememiş bir partidir. Sağda olduğu kesindir de, ne kadar sağdadır? Ne kadar merkezdedir? Bu sorular, hâl-i hazırda, cevapsız kalmaktadır.

İYİ PARTİ MERKEZ SAĞA MI, YOKSA MİLLİYETÇİ SAĞA MI OYNUYOR?

Türkiye’de hâkim milliyetçi siyaset ve onun kadroları daha çok soğuk savaş döneminde Sovyet karşıtı propaganda ile şekillendirilmiştir. Bu yüzden Türk milliyetçiliğinin kendi doğal şartlarında oluşmadığını ve olması gerektiği gibi gelişmediğini söylemeliyiz. Türk siyasetinde milliyetçiliğin ana merkezi MHP’dir. MHP komünizm tehlikesi karşısında çeşitli etkenlerle bir araya gelmiş, çoğu kasabalılardan oluşan, bir teşkilat yapısına sahipti. Türk milliyetçilerinin komünizm karşıtlığı serbest piyasayı savunmalarından kaynaklanmıyordu. Atatürk de, Ziya Gökalp de, Nihal Atsız da, Alparslan Türkeş de piyasa ekonomisinden değil devletçi ekonomiden yanaydı. MHP teşkilat mensuplarının çoğu emekçilerden, dar gelirli kesimlerden ve kasaba eşrafından oluşuyordu. Pekiyi neden Komünizme karşıydılar? Osmanlı’dan bu yana gelen Moskof / Rusya karşıtlığı… Bir de Rus esareti altındaki Türk halkları… NATO stratejisi kapsamında kasabalı milliyetçiler bu şekilde örgütlendi. Karşılarında da çoğunluğu Marksist literatürden bîhaber, bir kısmı etnik ve mezhepsel azınlıklara mensup başka kasabalılar yer almaktaydı. Bunlara da “sol” dendi. İşte, Türkiye’de “milliyetçi sağ” dediğimiz bu yapının dayanağı soğuk savaş bitince ortadan kalktı. Artık Rusya’da “gomanizm” yoktu. Esir Türkler de bağımsızlığına kavuşmuştu. Bu yüzden milliyetçi sağın yeni ideolojisi devletin birliği ve vatanın bölünmezliğine odaklandı. “Soldaki” kasabalılar da ya liberal oldular, ya da PKK taraftarı…

İYİ Parti MHP’den kopma bir hareketle başladı. İddiası, bu kadar müsait şartlarda bile MHP’nin AK Parti’nin stepnesi olduğu, iktidara oynamadığıydı. İYİ Parti Lideri Meral Akşener’in önündeki tercih, zorlu bir tercihti: 2002’den bu yana Merkez Sağ’da oluşan boşluğu dolduracak bir harekete liderlik etmesi gerekiyordu. Ama bunu milliyetçi sağ ideolojiden gelen bir kadroyla yapmak zorundaydı. Merkez sağ parti olarak, tıpkı AP, DP, ANAP ve DYP gibi toplumun her kesimine hitap eden, devlet yerine milleti öne çıkaran, ılımlı politikalar üretmesi gerekiyordu. İYİ Parti’nin hızla sayısı artan seçmenleri de bu profildeydi. Bununla birlikte MHP’den kopan partinin teşkilatı, MHP’yi yeterince milliyetçi ve devletçi olmadığı için eleştirirken, iktidar olma amacına yönelik değişimi gerçekleştirecek esnekliğe sahip değillerdi.

Meşhur “altılı masanın” kurulması İYİ Parti için önemli bir sınavdı. Seçmen profilindeki çeşitliliğin talep ettiği esneklik, bu masada da önemli olacaktı. Seçimi kazanmak için HDP seçmeninin de ikna edilmesi gerektiği daha önce de yazdığım bir noktadır. Diğer beş parti bu konuda esnek davranabilecekken İYİ Parti bu esnekliği gösteremedi. “Altılı masanın” ortak hatalarından birisi de ülkede ihtiyaç duyulan ekonomi politikalarını üretememek, bunu halka duyuramamak, kendilerini anlatamamaktı. Aslında bu işi en rahat kotaracak parti İYİ Parti olmasına rağmen, çeşitli sebeplerle, bu konuda yeterince aktif olamadılar. “Altılı masa” öncesinde halkta ciddi bir talep uyandıran, doğrudan halkın dertlerine tercüman olan bir lider olarak ortaya çıkan Sayın Akşener, “altılı masa” ile birlikte masadaki güç oyunları ile mücadele etmek zorunda kaldı. Bir tarafta HDP seçmenini ikna zorunluluğu, bir tarafta altı masadaki güç oyunları, bir tarafta CHP içindeki güç kavgası, İYİ Parti’nin yükselen trendini durdurdu. Son üç ayda İYİ Parti’nin yer aldığı kamuoyundaki tartışmalar ağırlıklı olarak HDP ile ilgilidir. İkinci bir tartışma konusu da İYİ Parti’nin masadan ayrılıp ayrılmayacağıdır. Bu bile hem İYİ Parti’nin hem de bütün olarak “altılı masanın” ciddi bir siyasi iletişim stratejisinden yoksun olduğunu göstermektedir. İkinci olarak, İYİ Parti’nin kendi kimliğini ve siyasetteki rolünü daha tanımlayamamış olduğunu söylemektedir.

Benim için ideal olan demokrasinin yaşam tarzı farklılıkları üzerinden değil, üretimden elde edilecek pay üzerinden işlemesidir. Bu ise şu anda Türkiye’de mümkün değildir. Ancak Sayın Akşener’in sürecin başında gördüğü merkez sağdaki boşluk halâ durmaktadır. Bu boşluğu kapatma potansiyeli en yüksek olan parti de İYİ Parti’dir. Sonuç olarak İYİ Parti’nin bir kitle partisine dönüşmesi için ideolojik duruşunu biraz daha yumuşatması ve siyasi esneklik kazanması gerekmektedir. Yoksa İYİ Parti MHP ile yüzde 15’in paylaşılması kavgasını yapmaya devam eder.