Washington Post, bizim yadığımız coğrafyada olası 10 savaşı sıralamış. Aslında onun "Olası" dediği benim "Zaten var" dediğim şey. Sadece çatışma şiddetleri farklı.
Washington Post, bizim yadığımız coğrafyada olası 10 savaşı sıralamış. Aslında onun “Olası” dediği benim “Zaten var” dediğim şey. Sadece çatışma şiddetleri farklı. Bakalım neymiş bu savaşlar? Suriye’de Türkiye destekli Arap güçler ile Amerika destekli Kürtler arasında: Bu zaten yaşanıyor. Henüz çok da sıcak çatışmaya dökülmüş değil. Daha çok şimdilik mevzi ve anlık çatışmalar düzeyinde. Türkiye ile Suriyeli Kürtler: Ciddi bir sorun olur. Sorun yaratacak olması olmayacağı anlamına da gelmez. Amerikalıların YPG içinde bulunuyor oluşu sıkıntıları çoğaltır.
Türkiye, Suriye: Amerikalılara göre, ÖSO ve Türk güçleri ilerleyip Halep’e dayanırsa böyle bir çatışma yaşanabilir. Kürtler ve Suriye yönetimi: Bana göre bu savaşın olması kaçınılmaz gibi. Eğer iç savaş Suriye yönetimi lehine sonuçlanırsa mutlak şekilde yaşanacak. ABD-Suriye Yönetimi: Amerikalılar bu işe girmez. Hele seçim öncesi. Zaten Obama yönetimi ile birlikte “Maşa” kullanmaya özen gösteriyorlar. Iraklı Kürtler-Irak Hükümeti: Silahlı çatışmaya dönüşmedi ama an meselesi. Kürtlerin bağımsızlık talepleri şimdilik baskılanıyor. Ama gün gelecek baskılanamayacak. Iraklı Kürtler-Şii milisler: Şii milislerin mevcut Irak Hükümeti lehine davranacağı açık. Bu savaş bir anlamda, Iraklı Kürtler ve Irak yönetimi kavgasının provası olur. Kürtler- Kürtlere karşı: Kürtlerin geçmişinde Barzani Talabani savaşları var zaten. Şimdiki durum Barzani-PKK veya Barzani PYD arasında olabilir. Böyle bir durumda Türkiye’de ucundan karışır. Sünni Araplar-Şiiler: Yaşananlar aslında ne zannediyorsunuz? Bu savaş Amerikan işgalinden beri tüm şiddetiyle sürüyor. DAEŞ ve geri kalan herkes: DAEŞ eninde sonunda bu savaşı kaybedecek. Ama geri kalan unsurlar sonuna kadar savaşmayı göze alabilir.
Tarihte “Yıldızın parladığı an”
Aslında çıkış noktam 15 Temmuz gecesi Kılıçdaroğlu’nun kendi politik kariyerinin en büyük fırsatını kaçırdığını düşünmek oldu. “Mesela” dedim, “Kılıçdaroğlu, bir eve kapanmak ve yazılı açıklama yapmakla yetinmek yerine Taksim Meydanı’na gitseydi olaylar nasıl şekillenirdi?” Acaba bunu düşündü mü? Düşündüyse neden yapmadı? Yapmak istediyse kim engelledi? Çevresinde o gece kendisine “Aman efendim, çok tehlikeli. Ne olur ne olmaz” diyen herkesi kovmalı.
Bu ülkede darbelerden en çok “Darbe” yiyen gelenek sol olduğuna göre, kendisini sol olarak tanımlayan CHP’nin Genel Başkanı’nın en ön safta olması beklenmez miydi? Tamam, Kılıçdaroğlu’dan bir Yeltsin çıksın diye beklemiyorum. Ama en azından sokakta bir fotoğraf bile çektiremez miydi?
Stefan Zweig’in “İnsanlık tarihinde yıldızın parladığı anlar” diye bir kitabı vardır. Yazar şöyle anlatır: “Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate, çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireylerin yaşamında ve tarihin akışı içinde çok ender raslanır. Ben böyle anları İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar diye adlandırdım; çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi, hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadırlar... Çünkü tarih, kusursuzluğa ulaştığı böylesine eşsiz anlarda, kendisine yardım için uzanan ellere gereksinim duymaz.” İşte Kılıçdaroğlu, böylesi bir anı kaçırdı. Şimdi keşke diye düşünüyor mudur acaba? Kimse, ben dâhil Kılıçdaroğlu’nun darbe karşısındaki duruşunu eleştirmiyor. Sadece şöyle bir durum hayal edin lütfen. Kılıçdaroğlu, bir meydanda, mesela partisinin çok yüksek oy aldığı Bakırköy veya Kadıköy’de yanında belediye başkanları, partilileri ile gösterilere katılıyor. “Köprüye yürüsün” demiyorum. Ama en azından bir boy gösterseydi, politik hayatında “Yıldızın parladığı an” olmaz mıydı?
Buna karşılık, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için en keskin muhaliflerinin bile kabul ettiği bir şekilde “Tarihte yıldızın parladığı an” oldu o gece. Sokağa çıkıp darbeyi kanıyla önleyen halk için de. O gece, kimi yıldızını parlatmaktan korktu. Kimi “Hele bir bekleyelim” durumunda kaldı. İşte böyle durumlarda, şans belki gerekli ama asıl gerekli olan “O anı” kaçırmamak. “O an” doğru karar vermekti.