Saraybosna'da uzun süredir gitmek istediğim bir müze vardı: Savaş Çocukluğu Müzesi. Şehrin kalbi olan Başçarşı'nın hemen üzerinde yer alıyor.
1992-1995 yılları arasında Bosna-Hersek’te savaşın ortasındaki çocukların hayatını anlatan müze farklı yönlerden ilgi çekici. Öncelikle doksanların ortasında çocuk olmak ne demek onu anlıyorsunuz. Mesela? Doksanlarda çocuk olmak demek basketbolda smaç basarken “Michal Jordan” diye kendini tebrik etmek demektir. Ya da kaleci yaparken Schumacher ya da Smoviç olmak. Unutmuştum, müzede hatırladım. Doksanlarda çocuk olmak demek Avrupa ülkelerinden gelen çikolatalara hayran şekilde bakmak demektir, ucundan yakaladım. Müzede benim yaşıtım birisi mahallede insani yardım komiserliği görevini üstlendiğini öğrendim. Savaşın başladığı zamanlarda bodrum katlarında eğitime devam ediliyormuş. Geçici olarak kabul ediliyormuş. Belgrad’da yakınları olan Saraybosnalılar birbirleriyle Kızılhaç üzerinden haberleşebiliyormuş. Tahitili bir Birleşmiş Milletler askerinin hediye ettiği walkman ile kendini savaşın atmosferinden çıkaran bir çocuğun kasetçaları da Savaş Çocukluğu Müzesi’nin kayıtları arasında bulunuyor. Türkiye’den gelen Levis kot pantolonla Amerika’ya mülteci olarak giden ve sonra o kot pantolonu hiç giymeyen bir çocuğun hikayesi de var. Bir yemek kitabı gördüm. Onun hikayesi de şöyle: Savaştayken mahrumiyet içinde geçen günlerde Büyük Mutfak Kitabı isimli, resimli bir kitabın sayfalarını her akşam çevirerek onları hayal eden bir çocuk.
Bir diğeri küçük çantasını toplamış ve Hollanda’ya mülteci olarak tatile (!) gitmiş. Ananas ismini taşıyan bir fanzin de vardı müzede. 10 sayı kadar düzensiz aralıklarla çıkmış. Resimlerini çocuklar kalemleriyle boyamışlar.
Bir de savaş zamanlarının Facebook’u olarak nitelenen bir defter var. Komşular kendi aralarında doğum günlerini ve önemli olayları bu defterde biriktirmişler. Haber akışları ise değişik yayınlardan kesilmiş kupürlerden oluşuyor.
Şarapnel isabet etmiş bir yazı tahtası. Şimdilerde kocaman bir adam olan sahibi hayattaki en önemli derslerinden birini bu tahtadan aldığını ilave etmiş.
Savaş Çocukluğu Müzesi sadece geçmişle ilgilenmiyor. Müze yöneticileri Suriyeli çocukların çekmiş oldukları ıstırabı da farklı objelerle sergiye dahil etmişler. Lübnan’daki mülteci kampında eşyalarını değişerek hediyeleşen Suriyeli çocuklardan biri Amerika’ya gitmiş. Kalan kişinin elinde sadece bir yüzük var. Arkadaşını bu yüzüğü müzeye hediye aramayı denemiş.
Çıkışta ise hareketine devam eden bir salıncak var. Zarif, küçük bir salıncak. Hayatın hep devam ettiğini, umudun hep var olması gerektiğini gösteren bir mücadele simgesi. İçinde düşman ve düşmanlık olmayan bir savaş müzesi nasıl olur diye düşünürseniz Savaş Çocukluğu Müzesi’ne yolunuzu düşürün. Hele bu satırların yazarı gibi doksanların başında çocukluktan gençliğe adımlarınızı atanlardansanız daha çok ayrıntılar keşfedeceksiniz.
Belgeselcilerimiz, filmcilerimiz ve başta çocuk yayıncıları olmak üzere yayıncılarımız için içinde gerçekleri barındıran ama ajitasyon yerine umudu öncelemiş kocaman bir hikaye var. Savaşın tahribatı kadar insanlık onurunun dimdik durmasını da bu anlamlı müzede göreceksiniz.