Bernie Sanders, aday adaylığı kampanyası boyunca "demokratik sosyalizm" fikrini savundu.
Demokratların başkanlık yarışından çekilen Bernie Sanders’in New York Times’a yazdığı makalede bazı vurgularını insanlık için küçük ABD için büyük bir adım olarak gördüğümü söylemeliyim.
Mesela bunlardan biri:
“Bu salgın sırasında zalimliği ve beceriksizliği Amerikalıların hayatına mal olan Donald Trump’ın yükselişine zemin sağlayan eşitsizlikleri gözden geçirmemiz gerektiğini güçlü bir şekilde ortaya koymaya devam edeceğim.”
Asıl önemli olan kısmı devamındaki cümlede saklı:
“Yalnızca Bay Trump’a karşı çıkmak yeterli olmayacak; aynı zamanda Amerika için yeni bir istikamet çizmemiz gerekecek.”
Bernie Sanders, aday adaylığı kampanyası boyunca “demokratik sosyalizm” fikrini savundu.
Bildiğimiz sosyalizmden uzak olsa da, İsveç’teki “sosyal demokrasiye” denk düşen bir anlayıştı Sanders’in savunduğu.
Elbette ABD açısından da bu fikir pek çok yönden ilkti.
Sanders, aday adaylığından çekildikten sonra Joe Biden’i destekleyeceğini açıkladı.
Fakat Biden’i desteklemesinin koşulları da bu makalede saklı bana kalırsa.
Özetle şunu demek istiyor Sanders:
“Trump’a karşı çıkmak yetmez, kapitalizme karşı çıkmak ABD’de yaşanan temel problemleri kökünden çözer.”
Mücadelenin ana çizgisinin şahıs değil, sistem olması gerektiğini vurguluyor.
Sanders’in şu iki cümlesine özellikle kulak vermenizi istiyorum:
BİR: “Yaşadığımız korkunç salgın ve ekonomik çöküş karşısında eğer küçük bir umut ışığı varsa, o da ülkemizdeki pek çok kişinin artık Amerikan değer sisteminin altında yatan temel varsayımları yeniden değerlendirmeye başlıyor olmasıdır.”
İKİ: “Yalnızca üç insanın, ulusun yarısını oluşturan alt gelirli kesimden daha fazla servete sahip olduğu ve on milyonlarca insanın ekonomik bir çıkmaz içinde yaşadığı, sofraya yemek getirmek, barınmak ve eğitim görmek için mücadele etmek zorunda kaldığı, emeklilik için kenara birkaç dolar ayırmaya çalıştığı bir açgözlülük dünyasında ve dizginleri olmayan bir kapitalizm doğrultusunda mı devam etmeliyiz? Yoksa yepyeni bir yönde mi ilerlemeliyiz?”
***
Bu değişimler kısa vadede olacak değil tabii ki.
Zaten ABD sağlık sisteminin fiyaskoyla sonuçlanmasından sonra “ücretsiz sağlık hizmeti” vaadinde bulunan Sanders’in adaylık şansı daha da artmalıyken, sürpriz bir kararla baskılara dayanamayıp aday adaylığından çekildi.
Belli ki eski dünyanın halinden memnun olanlar var.
Ama dünyada her şeyin eskisi gibi olmayacağının eski dünyanın halinden memnun olanlar da farkında.
Bu çatışma şimdiden başlamışa benziyor.
Bunu Türkiye’nin iyi okuduğunu düşünüyorum.
Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan sıkça “yeni şekillenecek olan dünyaya” vurgu yapıyor, “Türkiye’nin en güçlü şekilde bu yeni dünyada yer alması” gerektiğinin altını çiziyor.
Hani o korona günlerinde enflasyon yapan gereksiz romantik anlatıcılar diyor ya…
“Virüs eşitliği getirdi, zengini de yoksulu da evde, herkes aynı hayatı yaşıyor” diye.
“Eşitliği getirdi” cümlesi bile dünyada bugüne kadar eşitsizliğin hüküm sürdüğünün en bariz göstergesi.
Büyük değişimlerin olacağına dair pek umutlu olmasam da Türkiye’nin uzunca zamandır yürüttüğü bu eşitlik mücadelesine bu kriz günlerinin sonunda dünyadan daha fazla destek bulacağını düşünüyorum.
Birkaç ay önce biri çıkıp Avrupa Birliği ülkelerinden bazıları AB bayrağını ateşe verecek deseydi size inanır mıydınız?
Rolling Stones mu The Beatles mı?
The Beatles’ın bas gitaristi Paul McCartney yaptığı açıklamayla közlenen bir tartışmayı yeniden alevlendirdi:
“The Rolling Stones’un kökü blues’dadır. Şarkı yazarken konuları blues’dur. Bizim etkilendiğimiz şeyler daha çeşitliydi. Arada çok sayıda fark var ve Stones’u çok severim ama size katılıyorum. The Beatles daha iyiydi.”
Yanıt The Beatles’in kurucusu Mick Jagger’dan gecikmedi:
“Asıl iş olan turne işine daha başlamadan dağıldılar. İşin bu hali 1969’da başladı ve The Beatles’ın bunu deneyimleme fırsatı hiç olmadı. Shea Stadyumu’ndaki harika performansları esnasında ben de oradaydım. O stadyum konserini verdiler ama Stones devam etti. 70’lerde stadyum sahnelerine çıkmaya başladık ve hala da devam ediyoruz. Bu iki grup arasındaki asıl büyük fark bu. Gruplardan biri inanılmaz bir şansla hala stadyumlarda çalarken diğeri artık yok.”
Benim ise her zaman sevdiğim bu tartışmaya ait iki yorumum var…
BİR: John Lennon > The Beatles
İKİ: Rolling Stones > The Beatles
Ertuğrul Özkök’e çarşı izni
Anlaşılan o ki sokağa çıkma yasağının uygulandığı hafta sonları 65 yaş üstüne 3 saatliğine sokağa çıkış izni gelecek.
Karar sevindirici elbet…
Fakat bundan daha önemlisi televizyonlara konuk olan uzmanların papağan gibi “65 yaş üstü en riskli konumda, virüs yaşlıları öldürüyor” gibi yorumlardan uzak durmaları.
Sokağa çıkma yasağına maruz kalmış bu grubun bir de bu tarz yorumlarla psikolojisinin daha da bozulmayacağını iddia edebilir misiniz?
İnanın psikolojik rahatlık açık havada 3 saatlik yürüyüşten bile daha önemli.
Bu arada ABD’de siyahilerin salgında bile maruz kaldığı ayrımcılığı görmeye pek niyetli olmayan “65 plus” Ertuğrul Özkök de yaşadı.
Kendisine When They See Us dizisini önermiştim.
Açıkhava yürüyüşünden sonra eminim bu konuyu daha sağlıklı düşünme fırsatı bulacaktır.
Şehir Kokusu
Araştırmacı yazar Mehmet Mazak’ın yeni kitabı “Şehir Kokusu” elime ulaştı.
Kitabın ismini çok sevdim.
Şehir kokusunun ne demek olduğunu anladığımız şu günlerde daha da bir hoşuma gitti.
Mazak, hem Türkiye’den hem de dünyadan gezip gördüğü şehirleri su gibi akıp giden bir üslupla, tarihsel geçmişini ortaya koyarak ve en önemlisi anılarını, hissettiklerini paylaşarak anlatıyor.
Bir köyüm olmadı hiç ama ne yalan söyleyeyim köyü olan insanlara da hiç imrenmedim.
Buna rağmen Şehir Kokusu’nda yer alan köy yazılarını çok sevdim.
Ve İstanbul…
Ne güzel demiş Mazak:
“İstanbul gökkuşağı gibi bütün renkleri, inançları, medeniyetleri içerisinde barındıran bir aromatik kokuya sahiptir.”
Aşk 101…
Cuma günü Netflix’te yayına giren Aşk 101 dizisini bir çırpıda bitirdim.
Bir türlü kurtulamadığımız bazı “Yeşilçam” tesadüflerini ve alışkanlıklarını tebessümle karşılasam da dizinin basit senaryosunu ve akıcılığını çok sevdim.
Öyle ya, basit ve yüzeysel anlatmak kompleks anlatmaktan çok daha zordur.
Mert Yazıcıoğlu’nun oyunculuğuna ise bayıldığımı söylemeliyim.
O basit anlatımın içerisinde herkesin yaşadığı hayata ok gibi saplanan mesajlarda var.
Ne güzel o söz özellikle…
“Özel günler yoktur, özel anlar vardır, onları da sen seçemezsin.”
Şimdi düşünüyorum da…
Özel günleri kutlamak, hatırlamak insanı çileden çıkaran bir zorunluluk mu, yoksa bu günlere içimizden geldiği için mi bu kadar önem veriyoruz?
Haftanın şarkıları
Nilipek – Yaprak… The Rolling Stones – Living In A Ghost Town… Brek – İlaç Gibi… Alicia Keys – Good Job… Dolu Kadehi Ters Tut – Duvar.