Bir fotoğrafın hikayesi: Daha 25 gün önce üçüncü yıldızı takmıştı Özgür Özekin Yüzbaşı. 2007'de Silahlı Kuvvetlere katılmış, Lice'de, Tunceli'de, Irak'ın kuzeyinde ve Eğirdir'de görev yapmıştı.
Bir fotoğrafın hikayesi:
Daha 25 gün önce üçüncü yıldızı takmıştı Özgür Özekin Yüzbaşı. 2007’de Silahlı Kuvvetlere katılmış, Lice’de, Tunceli’de, Irak’ın kuzeyinde ve Eğirdir’de görev yapmıştı. En son Çukurca’daki Hudut Özel Harekâtta, yani namı diğer Hudut Kartallarında bölük komutanıydı. Ve Özgür bir kartal gibi, ruhuyla o dağlarda yaşamak üzere o dağlara şehit oldu. Dağların arasında adı bilinmez bir yolda patladı mayın, araç komutanının olduğu yerden ve tam Özgür’ün altından. Bilinci çıktı önce, indi araçtan ve “Belimde boynumda ağrı var...” diyebildi sadece. Hemen tahliye edildi Köprülü’ye, oradan Hakkari’ye... Hastanede kalbi durdu. Şokla çalıştırdılar. Sonrası yoğun bakım. Ve yaşama tutunma kavgası. Özgür Yüzbaşı mayına astıktan beş gün sonra, bir yaşında bir bebeği, “Oğlumm” diyen bir anayı ve “Aşkım beni neden bıraktın, gittin” diyecek bir eşi vatana bırakarak sonsuz yaşama uçtu. ehit düşmeden günler önce anasına demişti ki: “Bana bir şey olursa, omutanımı ara Ana. O size sahip çıkar.” O söze yüreği titremişti Aliye Ananın. Oğlunun yaralandığını haber alır almaz da, o numaraya sarılmıştı. O komutan teskin etmeye çalıştı Aliye Anayı. Özgür Yüzbaşı ve silah arkadaşları mayına basıp yaralandıklarından beri, zaten hepsini takip ediyordu. Ve bu ağır yaralanmanın nasıl sonuçlanabileceğini biliyordu. Nasıl bilmesindi? O kadar çok yaşamıştı ki! Allah’tan ümit kesilmezdi, ama Allah’ın yaşamaya dair emri bitmişse, bu emrin değişmeyeceğini de bilirdi. Özgür Yüzbaşı’yı Eğirdir’den Komando okulundan tanırdı. Beraber çok çalışmışlar, çok göreve çıkmışlardı. Özgür’ün insanlığını adamlığını komutanlığını görmüş, değer verdiği bütün öğrencilerine silah arkadaşlarına yaptığı gibi, Özgür’e de telefon numarasını vermiş, numarasını almıştı. “Her ne olursa ara Özgür, bu telefonun ucundayım.” Hayattı, acıydı işte! Özgür arayamamıştı, ama anası aramıştı. Özgür’ün şehit olduğu haberini aldığında Cerablus’taydı. Antep’e geldi. Oradan Dalaman’a uçtu, sonra Fethiye’ye ulaştı. Özgür’ün bebesini kucağına aldıktan sonra da hiç bırakamadı. Kokladı. Emrinde şehit düşen yüzlerce Mehmetçik’e sarılamazdı ya, onun kaderinde şehitlerin bebelerine sarılmak, onları öpmek koklamak vardı. Minicikti Yağız Pars bebek. Babasının çehresi gözleri bakışları vardı onda da. Mahzundu, mazlumdu ve masumdu. Ve dudaklarından bir sözün döküldüğü duyuldu: “Bu çocuk bize emanet.” O komutan, Özgür’ünün naaşını tören alanında da bırakıp gidemedi. Defnedileceği kabrine kadar gitti Özgür Yüzbaşı’sının. İndi o kabre ve kendi elleriyle indirdi Özgür’ün naaşını. Toprağını attılar sonra. “Özgür mahşerde yeşersin...” diye o toprağı suladılar. Sonrası bir dua: “Şahadetini kabul eyle Allah’ım.” Ve Allah için bir Fatiha. Sonrası? Cerablus’a... Dağlara. Vatan için gelecek aramaya. Bir kez bir kez bir kez daha. Şehit vermek... Ve şehit bebelerine sarılmak uğruna.