Müzik dünyasının başarılı, yakışıklı, çalışkan ve üretken yorumcusu Soner Arıca bu yaz farklı bir şey yaptı.
Herkes Mersin’e giderken o tersine gitti ve bir slow şarkı yayınladı. Hemen hemen herkes 2019 yazını dans ritimli şarkılarla geçirirken o “Kaç Kere” adlı hafif duygusal hafif romantik bir şarkı yayınladı ve bunun karşılığını aldı. Soner Arıca ile “Kaç Kere”yi ve müziği konuştuk.
“Bu yaz herkes dans şarkısı yaparken ben slow şarkı yaptım”
Uzun süredir bir slow şarkı paylaşmamıştım zaten arka arkaya dans şarkıları yaptım. Bunda çok özel bir amaç vardı. Romantik kanattaki durumumu biraz bozmak istedim, değiştirmek istedim. Çünkü sürekli öyle anılınca farklı bir şey yapamıyormuşsun, yeni bir şey yapamıyormuşsun gibi anılıyorsun. “Kaç Kere” bir yaz şarkısı olarak yayınlandı ve herkes dans şarkısı beklerken ben biraz farklı olanı yaptım bu yaz ve slow bir aşk şarkısı ile çıktım.
“Artık şarkıları ayrıştıramıyoruz”
“Kaç Kere” o kadar iyi oldu ki belki de hareketli bir şarkı yapsam bu kadar algılanmayabilirdi. Çok hareketli şarkılar vardı bu yaz birbirine benzeyen. İyi şarkı değillerdi demiyorum ama ritimler, sesler, sözler, şarkı sözleri birbirine çok benziyor, artık neredeyse ayrıştıramıyoruz. Eğer solistin sesi de çok kendine özel değilse hiç ayrıştıramıyoruz.
“Her sanatçı arada albüm yapmalı”
Aslında bir albüm yapmaya çalışıyoruz ama yani artık albüm yapmak ne kadar doğru bilmiyorum. Ama bence bir şekilde rüştünü ispat etmiş bir sanatçının albüm yapması lazım beş yılda bir olsa, on yılda bir olsa olmalı. Sürekli hit-single kovalamak işte hit olur mu, bunu çıkarırsam çok dinlenir mi, kaygısı ister istemez şarkıyla sanatçı arasında ben yazan tarafta da olduğum için bir gerilim oluyor. O zaman samimiyeti de biraz zorluyoruz.
“Müzikal anlama bir pişmanlığım var”
Müzikal anlamda bir pişmanlığım var. Müziğin öğrencilik tarafında daha çok zaman geçirebilirdim. O anlamda çok tembellik yapmışım. Çok sonradan kapatmaya çalıştım bazı açıklarımı. Başladığımda sürekli dersler alıyordum, ama bir süre tembel olmuşum. O anlamda kendime çok kızıyorum. Şöyle avutuyorum kendimi: ‘ama bak şimdi bilinçli olarak daha farklı bakıyorsun mevzuya’ diyorum. Şu anda sular seller gibi hani böyle ezbere bütün o teoriyi falan söyleyebilecekken yine ders alıyorum, tekrar ediyorum. Enstrümanla ilişkim bu konuda çok zayıf bu konuda çok kızıyorum kendime.
“Müziğe takıntım var”
Müziğe ve üretmeye takıntım var gibi. Bazen ben şey diyorum ki kendi kendime “ya takıntılı mıyım acaba gerçekten?” sonra “Soner boş ver böyle mutlusun” diyorum. Şimdi bunu psikoloğa falan sorsam belki altından başka bir şey çıkar. Ben soğumak istemiyorum müzikle olan ilişkimden. Dışarıdan da nasıl göründüğümü merak ederim. Acaba takıntılı bir deli gibi mi görünüyorum. Sürekli setlerde bir yerlerdeyim diye düşünüyorum. Sonra kendime şöyle bir cevap veriyorum: “Hayır sen sevdiğin bir şeyle meşgulsün.”
“Pop müzik hiçbir zaman ölmez”
Pop müzik hiçbir zaman ölmez. Öyle bir şey yok olamaz, ölemez. RAP yapan heyecanlı arkadaşlarımız da var. Görüyorum, iyiler de ancak bir şeyi çok ayırmamız gerekiyor. Bak onlara Youtuber diyoruz, ama bu tarafta müzisyen tayfa var. Oradan çok önemli oyuncular çıkıyor yine çıkacaktır.
“Popun en güzel yılları yetmişlerdi”
Bana göre pop müziğin Türkiye’deki pop müziğin en güzel yılları 70’li yıllar. Şahane şarkılar, melodiler, düzenlemeler yıkılıyor o dönem. Belki de öyle devam edecekmiş ama işte 80’li yıllarda ülke siyasi olarak başka bir süreçten geçtiği için o güne de uygun olarak arabesk yani daha acılı şarkılar gelmiş. Arabesk, pop müziğe biraz bastırmış ama bütün bunlar olurken bile Sezen Aksu’nun “Sen Ağlama” diye bir albümü var ki tüm yıllara bedel. Mazhar Fuat Özkan’ın bir albümü var ki “Ele Güne Karşı” o da tüm yıllara bedel. Ajda Pekkan’ın “Süper star 83” tüm yıllara bedel. O yıllarda ölmemiş pop müzikte şimdi mi ölecek?
Balıkesir’de Türk Müziği Sempozyumu
Türkiye’de nerdeyse müzik adına hiçbir akademik çalışma yapılmıyor. Yılda yayınlanan müzik kitaplarının sayısı beşi geçmiyor. Üniversiteler müziği sadece bir eğlence aracı olarak görüyor. Üniversitelerin müzik kulüplerine değer verdiği yok, müzik ile ilgili seçmeli dersler yok, müzik bölümleri yok. Böyle akıp giden bir silsile içinde müzik endüstrisi. Eğitim olmayınca tabii ki endüstride bilinçsizlerin eline kalıyor. Saçma sapan adamlar albüm yapıyor. İşi gücü olmayanlar müzik programcısı oluyor.
Türkiye’de akademik anlamda müziğe önem veren üç paralı eğitim veren üniversite var: Haliç Üniversitesi – Okan Üniversitesi ve Nişantaşı Üniversitesi. Okan Üniversitesi bir konservatuvara sahip ama çok teorik, Nişantaşı Üniversitesi bir müzik bölümüne sahip ama sektörden çok kopuk. Bu anlamda en iyisi Haliç Üniversitesi. Pek çok müzisyen, yorumcu tanıdığım o üniversitede ya lisan ya da yüksek lisans seviyesinde eğitim alıyor. Arada öğrencileri de beni arayıp kitaplarım ve yazılarımdan hareketle benden fikir ve destekte de bulunuyorlar. O süreçte de hem inceliyorum ve görüyorum ki Haliç Üniversitesi bu konuda diğerlerinden daha önce.
Müzik alanında konferans, panel, çalıştay yapan da yok. Yılda taş çatlasa bir tane etkinlik oluyor, bazı yıllarsa hiç olmuyor. Bu yıl kasım ayında Balıkesir’de bir sempozyum düzenlenecek. İlk duyduğumda çok heyecanlandım ve çorbada benim de bir tuzum olsun diye destek olmak adına bilim kurulunda ben de yer aldım. Bu sempozyumun adı “Balıkesir 3. Türk Müziği Sempozyumu”. Organizasyon başkanlığını Dr. Öğretim Üyesi Göktan Ay’ın başkanlığını yaptığı MÜZDAK tarafından yapılıyor. Sempozyumda sekiz ana başlık belirlendi. Bunlar içinde 11. Kalkınma Planı’nda kültür sanat yaklaşımları ve Türk müziği eğitimine yönelik bazı alt başlıklar var. 7-9 Kasım tarihlerinde yapılacak olan sempozyumda Türk müziği başta olmak üzere müzik endüstrisine ışık olabilecek çok konu konuşulacak. Daha sonra bu bildiriler bir kitap olarak yayınlanacak ve arşivlere girecek. Bu etkinlikte başrolü Balıkesir Musiki Derneği ve Türk Müziği korosu ve şef Sıtkı Sahil’in rolü büyük. Müzik eğitimi alanlar, müzikle akademik anlamda ilgilenenler, müzikle ve özellikle müzik eğitimi ile ilgilenenler bu sempozyumu incelesinler. Müzik adına bu tarz eğitim etkinlikleri yapılsa biraz müzik eğitimine değer verilse belki Türkiye’de müzik yerlerde sürünmezdi.
Polo & Pan İzmir ve İstanbul’da
Daft Punk, Cassius ve Air gibi gruplardan ilham alan ve 90'lar HipHop'una hayranlık duyan; sahne adları olan "Polo & Pan" ile tanıdığımız Paul Armand-Delille ve Alexandre Grynszpan; 2 farklı şehirde, 2 konser için Türkiye’ye gelecek.
Polo & Pan türler arası müzik köprüleri kurmaya ve harika editler yapmaya inanan iki DJ’in yollarının Paris’in meşhur kulubü Le Baron’un Dj kabininde kesişmesi ile doğdu. İkili Türkiye’de 4 Ekim Cuma İzmir Arena'da; 5 Ekim Cumartesi ise İstanbul Volkswagen Arena'da sahne alacak.
Tükenen doğanın sözcüsü: Çöpten Sanata Sergisi
Ressam Burcu Erkal Salman, “Recycle - Çöpten Sanata” adlı 5. Sergisini açtı. 2004’te ilk kişisel sergisini açan ve çalışmalarıyla Polonya’nın Jan Dlugosz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin desteklediği Uluslararası Sanat Sergisi’ne davet edilen tek Türk sanatçı unvanını taşıyan, Amerika, Hollanda, Rusya, Yunanistan ve Bulgaristan’daki sanatseverlerin koleksiyonlarında da eserleri bulunan Burcu Erkal Salman, “Recycle” sergisiyle tükenmekte olan doğanın sözcüsü olma misyonunu üstleniyor.
Eserlerinde doğaya, önlenemez tüketim hırsına ve geri dönüşüm konusuna dikkat çeken Salman, her gün tüketmekte olduğumuz ürünlerin atıklarına ve ambalajlarına sanatsal dokunuşlarıyla yeni bir ruh kazandırarak, yoğun kullandığı boya katmanlarıyla tüketim çılgınlığını ifade ediyor. Doğanın her şeye rağmen çırpınışı gerçeğini tuvalinde gözler önüne sanatçının sergisi Eva Sanat Galerisi’nde 28 Eylül-15 Ekim 2019 tarihleri arasında açık olacak.
Alzheimer’a dikkat çeken sergi
21 Eylül Dünya Alzheimer Günü kapsamında gerçekleştirilen ve Türkiye ile dünyanın yakından tanıdığı önemli sanatçıların bu sergi için hazırladıkları eserlerin sergileneceği Capitol Alışveriş Merkezi’nde yapılan ‘Bir İstanbul Hanımefendisi Sadan Hanım’ sergisi 21 Ekime kadar sanat severleri bekliyor.
Direktörlüğünü Göksel Gülensoy küratörlüğünü Denizhan Özer’in yaptığı sergide Bahadır İşler, Bahri Genç, Bedri Baykam, Utku Varlık, Demet Taşpınar, Deniz Pireci, Devabil Kara, Devrim Erbil, Eda Çığırlı, Ekrem Kahraman, Hakan Esmer, Işıl Arısoy Kaya, Mahir Güven, Mustafa Albayrak, Neslihan Kıyar, Nevres Akın, Onay Akbaş, Pelin Özgöçen, Serdar Leblebici, Serkan Bayer, Tülin Onat’ın alzheimer hastalığına dikkat çeken eserleri sergilenecek.
Alzheimer’a vurgu yapılması şart
İnsan beyninin geriye dönük olarak bellekten sildiği imgeler dünyasının zamanın girdabı içinde yok oluşunu, yaşanmışlıkların izleri üzerinden irdeleyen ‘Sadan Hanım’ projesi Kültür Bakanlığı, Türkiye Alzheimer Derneği ve Kinostanbul Film tarafından desteklenirken, Capitol Alışveriş Merkezi’de projenin ilk ayağına ev sahipliği yaparak alzheimer hastalığa dikkat çekmeyi amaçlıyor. Son yıllarda adını çok sık duymaya başladığımız Alzheimer hastalığına vurgu yapılması şart. Bunu sanatçıların da politikacıların da aklınıza gelen herkesin vurgu yapması lazım. Bu hastalığın insanlığa zararı çok büyük. Alzheimer için hepimizin el ele vermesi ve Alzheimer olan kişilere destek vermemiz gerekiyor. Bu yönü ile ben bu sergiyi çok takdir ettim. Bir de vurgu yapmak isterim, beyin üzerine çalışmak zor tabii ki ama ben Türk hekiminin veya bir Türk araştırmacı akademisyenin Alzheimer üzerine güzel buluşlar yağmasını yürekten istiyorum. Dünyada çok çalışma var, takip ediyorum ama yavaş gidiyor maalesef çalışmalar. Ben bu gelişmiş teknolojinin bu hastalığa çare olmasa da bazı önlem ve tedavi edici çözümler bulunabileceğine inanıyorum, buna biraz daha önem verilirse tabii ki.
Yeni üniversiteliler nelere dikkat etmeli?
İlkokullar açıldı, eylül ayının son haftası yavaş yavaş üniversiteler de açılmaya ve öğretime başlayacak. Her yıl binerce genç üniversiteye kayıtlarını yaptırıp yüksek öğretim hayatlarına başlıyor. Bu yılda nerden baksanız en az 750-800 bin genç yeni üniversiteli oldu. Şaka maka ciddi bir sayı, bu gençlerin üniversitelerdeki ilk günlerini nasıl geçirecekleri, okullarına nasıl adapte olacakları da önemli bir konu. İşte bu yüzden Altınbaş Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Aylin İlden Koçkar, üniversiteye yeni giren öğrencilerin karşılaşabileceği uyum sorunları ve bunların nasıl aşılabileceği konusunda öğrenciler ve ailelerine çeşitli önerilerde bulundu. Koçkar, farklı şehirlerden üniversitelerde eğitim almak üzere gelen öğrencilere kiralık evlerde kalma yerine yurtlarda kalmalarını önerdi. Anne-babalar, çocuklarının üniversite yaşamlarında neler yaşadığını, nelerle karşılaştığını merak edecek ve bunu anlamaya çalışacaklar. Bu aşamada Koçkar, ailelere fazla sorgulamaya girmeden çocuklarının onlara neler yaşadığını anlatmasını sağlamaya çalışmalarını öğütledi.
İlk kez farklı kültürlerle bir araya gelecekler
Üniversitenin liseden en önemli farklarından biri, öğrencinin kendi programını takip etme zorunluluğudur. Üniversitede öğrenciye ‘ders çalış, okula git, gece iyi uyu’ diyecek kimse olmayacaktır. Öğrenci, kendisi için en iyi yöntemi bulmalı, çalışma alışkanlığı geliştirmeli diyen Koçkar, gençler üniversiteye gelince, kültürü, dini, değer yargıları ve yaşam stili farklı kişilerle yan yana gelecek. Yeni insanlarla tanışmak, onlarla arkadaş olmak kimilerine zorlayıcı, kimilerine heyecan verici gelebilir. Gençlere “farklılık zenginliktir” anlayışıyla hareket etmelerini önerdi. Bu son maddeyi ben de çok önemsiyorum. Çünkü üniversite eğitimi öğrenciler belki de hayatlarında ilk kez farklı kültürlerden oluşan insanlarla tanışacaklar, politize olmuş bir toplumda, kutuplaşmanın arttığı bir dönemde bu farklılıklara adapte olmak zor olabilir. Ondan özellikle bu kültür farklılığına karşı şok geçirmemeleri ve her şeye karşı hoşgörülü olmaları da benden onlara tavsiye.
TRT Çin’de ofis açıyor
Farklı ülkelerdeki ofisleriyle yayıncılık ağını genişleten TRT, Çin’in başkenti Beijing’de ofis açıyor. Türkiye’nin Çin Halk Cumhuriyeti Pekin Büyükelçisi Abdulkadir Emin Önen, Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada “Bizden bir güzel haber daha; Türkiye'nin yumuşak güçlerinden ve yabancı dillerde yaptığı yayıncılık atağı ile gurumuz TRT artık Çin’de ofis açıyor” dedi. Önen iletisinde “TRT Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Alcan ile Pekin’de açacakları ofis ve Çin’de atacakları adımlar üzerine istişarede bulunduk” diyerek görüşmeden fotoğraflar da paylaştı.
Üniversiteler ile ilgili yapılan araştırmalar artık sıktı
Geçtiğimiz gün basında Londra merkezli yükseköğretim derecelendirme kuruluşu Times Higher Education (THE)’ının 92 ülkeden 1300’ün üzerinde üniversiteyi araştırma etkisi, uluslararası görünüm etkisi, endüstri bağlantıları ile öğretim kalitesi gibi kriterlere göre değerlendirmiş ve dünyanın en iyi üniversitesinin İngiliz Oxford Üniversitesi olduğunu açıkladığı metni okudum. Türkiye’den 34 üniversiteyi katmışlar bu araştırmaya ve bunlar arasında on bir üniversite ilk bin arasına girmiş.
Bu tür haberleri son yıllarda çok görmeye başladım. Birtakım uluslararası küresel güçlere bağlı işletmeler belirli aralıklar bilmen ne ye üniversite sıralaması diye listeler açıklıyorlar. Ve genelde Türkiye’deki üniversiteler bu listelerde hep sonlarda yer alıyor. Bizim işgüzar basınımızda hemen klişe başlıklarını atarak işte efendim ilk binde şu kadar üniversitemiz var, ilk dört yüze giren Türk üniversitesi yok diye haberler yapıyorlar. Toplum olarak eleştirmeyi çok seviyoruz, hele ülkemizi eleştirmede üstümüze yok. Bu tarz raporlarda bizim kendimize olan özgüvenimizi daha da kaybetmemize neden oluyor. Ben bu araştırmaların sayısının artmasına anlam vermiyorum, kim bunlar, neden iki, üç ayda bir küresel işletme dünyadaki üniversiteleri araştırıp ya ABD ya da İngiltere’deki üniversiteleri pohpohluyor. Neden hep Türkiye’ye yüksek öğretimine çamur atıyor? Bunları çözebilmiş değilim. Bana hepsi de saçma geliyor, hatta kasıtlı geliyor. Küresel güçler önemli bir pazar olan bilimi ve yüksek öğretimi de kontrollerinde tutmak ve domine etmek için bu tarz araştırmalar yayınlıyorlar. Bin tane üniversitenin araştırma etkisini sen nasıl araştırırsın? Öğretim kalitesini hangi kriterler değerlendirirsin? Bu o kadar sübjektif ve o kadar zor bir şey ki, kimse kusura bakmasın öyle kolay bir şey değil. İngiliz merkezli bir şirketin de araştırmasında en iyi üniversitenin İngiliz çıkması da ayrı bir trajedi. Bunları ben yemiyorum, küresel güçlerin tezgahlarının olduğunu düşünüyorum. Ha, bizim üniversitelerimiz de öyle sultan filan da değil, bunu biliyorum ama yine de ben yaratılmak istenen bu algı ile zaten kötü olan yüksek eğitimimizin dünyada değersizleştirilmesine çalışıldığını düşünüyorum. Kimse kurusa bakmasın, nasıl ki radyo ve televizyon kanalları için bir sürü saçma sapan reyting araştırması açıklanıyorsa, üniversiteler içinde bu tarz araştırmalar yapılmaya başlandı. Ondan ben bu araştırmaları takmıyorum. Bana bir üniversite çıkıp da “ben bilmem ne uluslararası araştırmasında şu kadara girdim” derse de inanmayacağım. Bu işinde maalesef cıvığı çıktı. Ben yine de size bu THE adlı kuruluşun yaptığı dünya üniversiteleri sıralamasını size sunayım, inanmayın ama yine de bir göz atın.