Sanatçıların tarihe tanıklık eden yaratıları, zorluktan doğan bir ışık misali geleceğe kalıyor.
Sanat her zaman bir çıkış yolu bulur.
Yaşadıklarımız ve bizden yansıyanlar sanatın can damarını oluşturuyor.
Yüzyıllardır insanlık, salgın, savaş, afet, göç gibi acı veren olaylarla yaşadı ama dönüşüm sancılarında sanatsal üretimler hep insanlığın ışığı oldu.
Örneğin,
İtalya Giacomo Borlone de Burchis 15’inci yüzyılda “Kara Ölüm” tablosu ile veba salgınını resmetti,
Paulus Fürst ise 1656 gravürü ile 17’nci yüzyılda Fransa ve İtalya’da giyilen koruyucu kostümleri tasvir etti…
Salgın, edebiyatta yoğun bir ifadeye bürünmüştü;
‘Gılgameş’ destanında Enkidu, korkunç bir hastalıkla cezalandırılır ve ölüme gider.
Homeros’un İlyada’sında ise Tanrı’nın görülmez ok’u ölümcül bir hastalık taşıyordu.
Yine örneğin Edgar Allen Poe’nin ‘Kızıl Ölümün Maskesi’ eseri…
Victor Hugo’nun ‘Sefiller’i
Albert Camus ‘Veba’ eseri.
Sinemada Ingmar Bergman'ın Yedinci Mühür’ü
Ya da çoğumuzun karantina döneminde evimizde seyrettiğimiz, Steven Soderbergh’in “Salgın” filmi…
Hepsi insanlığın dramını, mücadelesini ve çıkış yollarını konu alan ve toplumsal sancıların sanat üretimine yansıdığı örnekler…
Sanatçıların tarihe tanıklık eden yaratıları, zorluktan doğan bir ışık misali geleceğe kalıyor.
Şimdi de böyle bir dönemdeyiz.
Bakalım günümüzde de dünyada bu felaket sürecinin yaratısı olarak hangi güçlü eser ya da eserler ortaya çıkacak.
***
Hızlı üretim hızlı tüketim…
Elbette yaşadığımız çağın getirisi olarak hızlı iletişim ağları ve teknolojik olanaklar, anında ve hızlı tepkiler eşliğinde,
bolca ‘üretim’ yapılmasına ve yayılmasına olanak sağlıyor.
Büyük bir ‘net’ boşluğuna atılan sayısız ses, müzik, ifade, görüntü var.
Pek gariptir, bunların çoğu da yaşama tutunmanın, umutlu olmanın, birlikte ve inançlı olmanın mührü gibi yayılıyor.
Bolca ‘fikir’ hızlıca üretiliyor, hızlıca tüketiliyor…
Hızla üretilenin de hızla tüketilenin etkisi nedir?
Belki de sanatın tanımı çoktan değişti…
Nitelik, uzun düşünce ve duygu süzgeçlerinden geçen, birikmeyi bekleme dönemi bitti…
Nicelik ve istikrarlı üretimler ‘sanatçının’ değerini oluşturuyor bir de tabii ki ‘network’
İşin doğalında patronaj ilişkileri ve sanatçı statüsü kavramı vardı…
Şimdi statüyü bilmem ama, e-patronaj olduğu kesin.
Sanatçının sabrı
Pandemi sonrası henüz öngörülemeyen bir zaman.
“Post-Covid” çağı diye yakın bir gelecekten bahsediyoruz.
Açıkçası, hayati bir konuda insanlık en başa dönüyor ki, bu zamanın da ihtiyacı sanattan çok yiyecek, barınma, internet, eğitim, hastane…
Şimdi bu aşamalardayız.
Konser, tiyatro, dans… İkinci hatta üçüncü-beşinci planda.
Hepsi etkileşimle, yüz yüze iletişimle var olan olgular olduğu için öyle uzaktan sevmekle de olmuyor.
İnsanlık henüz seyirciden- dinleyiciden- müzisyenden uzak bir konser ya da gösteri anlayışına alışık değil.
Alışamayacak da.
Konser, tiyatro, dans…
Hepsinin sergilendiği salonlarda fiziki önlemleri alırız
Velhasıl;
Sanatın sıcak iletişim yuvalarına erişim zaman alacak gibi..
Sahne tozuna değmeden yaşayacakları süreç sanatçıların sabrını sınıyor…
Müzisyenler, tiyatrocular özellikle günlük ve proje bazlı serbest çalışanlar için maddi zorluklar çoğaldı…
Bazı ülkelerde sanat ve sanatçının haklarını koruyan kuruluşlar, böyle sanatçıların başvurularına göre aylık ödemeler yapıyorlar.
Bizim ülkemizde MESAM- MÜYORBİR- gibi telif haklarını takip eden kuruluşların profesyonel olduğu ve serbest çalıştığı ispatlanmış müzikçiler için bu tip çalışmalar yürütmesi gerekir.
Yine sinema –dizi ve tiyatro emekçilerinin, set arkası çalışanların da yaşam koşullarına destek olmak şart.
Bu sektörlerin en güçlü kurumları ve yüksek gelirli sanatçılarına düşen asli görevdir
Ramazan Bayramı’mız Mübarek Olsun
“Ne hoştu o gelenek! Eski İstanbul, ramazanı bu davulun sesi ile karşılardı.
Şeyhülislâm kapısında İstanbul kadısının önünde, yüksek bir yerden yahut bir minareden ilk defa hilali gören bir gözcü bu gözlemini iki şahit önünde ispat eder, ondan sonra ramazan ilan olunurdu. Bugün rasathane bunu tespite yeter.
“Fakat davul? Ne şevk, ne cümbüştü, bir zamanlar o ilk Ramazan akşamı!” diyor Türk edebiyatının önemli şairlerinden Ali Faik Ozansoy…
Çalar saatler, telefonlar derken gece sahur için davul sesine ihtiyaç duymaz olduk…
Zaten, patlak davullarla- mani - adab- erkân bilmeden gezinen davulcular, işin tadının kaçtığını bu Ramazan’da da gösterdi ama,
Varsın olsun diyelim…
Hayırla uğurla gelen nice Ramazanları görelim
Sağlık ve huzurla erişeceğimiz bayramlarımız olsun, küslerin barıştığı, aşıkların kavuştuğu, refahın nefesimize eriştiği bayramlar görelim…
“Şu mübarek günde küsmek olur mu
Uzat ellerini bayramlaşalım
Tanrı selamını kesmek olur mu
Uzat ellerini bayramlaşalım…”