PKK, operasyonun halka halka yayılarak tüm hedefler temizlenene kadar sürdürüleceğinin farkında.

Kuzey Irak’taki PKK hedeflerine yönelik 15 Haziran’da başlayan Pençe-Kartal ve Pençe-Kaplan operasyonları sürüyor.

TSK, yaklaşık 40 kilometre derinliğe kadar inmiş durumda.

Özellikle Haftanin bölgesinde yoğunlaşan operasyonlarda PKK’ya ağır kayıplar verdiriliyor.

Terör örgütünden arındırılan bölgelerde kalıcı üsler kuruluyor.

PKK, operasyonun halka halka yayılarak tüm hedefler temizlenene kadar sürdürüleceğinin farkında.

Yani PKK açısından bir varoluş-yokoluş meselesi.

O nedenle operasyonu durdurmak için her yolu deniyorlar.

Dikkat edin, “PKK yok olmamak için TSK karşısında tüm gücüyle direniyor” demiyoruz.

Çünkü TSK karşısında herhangi bir şanslarının olmadığını biliyorlar.

O nedenle operasyonların durdurulması konusunda Türkiye üzerinde baskı unsuru olabilecek her yolu deniyorlar.

İlk olarak en büyük hamileri ABD’yi devreye sokmaya çalıştılar.

ABD, terör örgütü olarak görmediğini söylediği PKK’dan ayrı olduğunu iddia ettiği, örgütün Suriye kolu PYD’ye kol kanat geriyor ancak aynısını Irak’ta yapamıyor.

Çünkü nihayetinde terör örgütü ilan ettiği bir örgütü bu denli açıktan savunmak o kadar kolay değil.

Üstelik Washington, Türkiye’nin kararlılığının farkında o nedenle Ankara ile ipleri tümden koparacak yaklaşımlara girmek istemiyor, istese de giremiyor çünkü yüzünün astarından daha pahalıya mal olacağını biliyor.

Dolayısıyla PKK, şu ana kadar ABD’den umduğunu bulmuş değil.

Washington konusunda eli boş kalan PKK sonrasında Avrupa’ya yöneldi.

Terör örgütü, bir yandan birçok ülkede sempatizanlarını sokaklara çıkarıp sokak gücüyle ilgili başkentleri etkilemeye çalışırken bir yandan da ilişkide olduğu aşırı sol siyasi figürler aracılığıyla söz konusu devlet ve hükümetleri Türkiye’ye karşı harekete geçirmeye çalıştı.

Ancak gerek söz konusu ülkelerin önceliklerinin farklı oluşu, gerekse de mevcut konjonktürde PKK için Türkiye’yi karşılarına almak istememeleri nedeniyle bu beklentileri de boşa çıktı.

PKK’nın en çok umut bağladıklarından biri de şüphesiz HDP idi.

Bu konuda HDP’den beklenen, bir yandan 1990’lardaki gibi Türkiye’de kitleleri sokağa çekmek, onların güvenlik güçleriyle çatışmalarını sağlamak bir yandan da muhalefet cephesiyle güçlü bir ittifak oluşturarak iktidarı ve devleti sıkıştırmaktı.

HDP, PKK’nın kendisinden beklediklerini yapmaya çalıştı, çalışıyor da hâlâ.

HDP, daha operasyonun başladığı ilk gün Hakkari ve Edirne’den Ankara’ya yürüyüşler başlattı.

Ancak katılım çok düşük oldu ve yürüyüşler bekledikleri etkiyi uyandırmadı.

Hemen her gün bir vesileyle kitleleri sokağa çıkarma yönünde girişimlerde bulunuyorlar ancak nafile. Halk HDP’nin eylemlerine destek vermedi, vermiyor.

Her eylem birkaç kişinin kendi kendilerine bağırıp çağırmalarıyla son buluyor.

Dolayısıyla HDP’nin sokak siyaseti de işe yaramadığı gibi muhalefet cephesini birleştirme çabalarından da şu ana kadar bir sonuç çıkmadı.

Zira muhalefet, HDP ile ittifaka her ne kadar teşne ise de mevcut ortamda bu partiyle çok fazla içli dışlı olmanın PKK ile iş birliği olarak algılanacağını bildiği için bu dönem başını kuma gömmeyi yeğliyor.

O nedenle dikkat edilirse operasyonlar başladığından bu yana muhalefet cephesi, HDP’nin ısrarlı “demokratik ittifak” çağrıları karşısında suskun.

Ancak HDP ile yan yana yürüyüp halkla bağlarının tamamen koparmaktan çekinen bu kesimler, onlarla ipleri koparmamak için operasyonlara açık destek vermekten de uzak durmaya çalışıyorlar.

Yani Kuzey Irak’ta PKK’ya yönelik yürütülen operasyonlar bizim muhalefet cephesinin HDP ile ittifak hesaplarına da darbe vurmuş gibi gözüküyor.

Böyle olunca içerden umduğunu bulamayan HDP, PKK’nın denediği ancak sonuç alamadığı alanlarda bu kez kendi şansını deneme yoluna gitti.

Önce HDP’nin Dış İlişkiler Komisyonu sözcüleri Feleknas Uca ve Hişyar Özsoy, ardından bir süre önce milletvekilliği düşürülerek cezaevine konan Leyla Güven, başta Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi gibi uluslararası kuruluşlara çeşitli mektuplar yazarak PKK’ya yönelik operasyonların durdurulmasını istediler.

Söz konusu kuruluşlardan da şu ana kadar ses çıkmış değil.

Hâsılı kelam son dönemde Türkiye’ye karşı açık hasmane yaklaşımlar içine giren BEA, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler ile yurt dışındaki FETÖ’cülerin desteklerini saymazsak PKK, hiç olmadığı kadar yalnız ve çaresiz.

Türkiye, güçlü bir iktidar, güçlü bir diplomasi ve güçlü bir siyaset ve güçlü bir ordu ile teröre karşı topyekûn yürüttüğü mücadelenin meyvelerini alıyor, almaya devam edecek gibi.

Dolayısıyla yakın bir süreç içinde tümden yok edilemese bile PKK’nın, beli, kolu, kanadı kırılmış olarak önemli ölçüde etkisizleştirilmesi sağlanabilir.