Çok yakın zamana kadar hepimizin sevdiği bir figürden, kısa sürede gene hepimizin, içinde bulunduğu hâl-i ahvâl-i pür melâle üzülerek ve acıyarak baktığı bir kimliğe dönüşmesi trajiktir Arda TURAN kardeşimizin.
Ersun YANAL’ın Manisa’da kiralık olarak forma giyerken gelişimine sağladığı katkının itici gücüyle uzun yıllar Galatasaray’da forma giydikten sonra, önce Athletico de Madrid’e transferi ve burada Diego SIMEONE tarafından işlenmesi ile parıldamaya başlaması hepimizin hatıralarında çok taze olarak duruyor. Peşinden (sponsor destekli?) Barcelona macerası ve ilk başlardaki ümitvâr oyununu geliştiremeyerek çabucak arabeske bağlaması, “fetret devri”ne girmesi, Oğuz ATAY’ın “Tutunamayanlar”ından pasajlar sunması, Milli Takım’da Êmparatorê ile “papaz” olması, uçakta Bilal MEŞE’yi darp etmesi gibi bazısı kriminal işlerden sonra baba ocağına dönmesi bir safha. Diğer safha ise; (Başakşehir) ile biraz durulmasının ardından bu sene Mayıs’ta Sivas’ta hakeme saldırması sonrası aldığı 16 maçlık rekor ceza (daha sonra kuşa çevrildi gerçi) upuzun ve iyileşmek bilmeyen bir sakatlık, ardından “baba oluyor artık uslanır” derken gece gezmelerinde yaşadığı kavgayla biten acı son olarak özetlemek mümkün Arda’nın serencâmını.
“benim gibisi 100 yılda bir gelir”, “adam gibi adam”, “adamın dibi”, “delikanlı” gibi kendini tarif ettiği onca sıfatı ne kadar hak ettiği ile ilgili kararı kamuoyu son zamanlarda yaşananların ışığında çoktan verdi.
Evde karnı burnunda hanımını bırakıp, bir barda sabaha karşı, ucuz magazin dünyasının medyatik simalarından birisinin eşine “yürümesi” ve ardından yaşananları “sağır sultan” bile duydu. Seviyenin yerlerde gezdiği ve hatta yer yer çukurlarda seyrettiği bir âlemde bu türden hadiseler vaka-i âdiyeden sayılsa da; evli bir kadına asılma, asıldığı evli kadının kocasının burnunu kırma, hastane basma, ruhsatsız ateşli silah bulundurma, sağa sola ateş açma gibileri çok sıklıkla ve artarak giden bir şiddet eğrisi ile peş peşe bulunmayabiliyor.
Para, şöhret, sosyal statü, racon gibi taşıması ve kullanması zor bi-dolu etkeni yeterli olmayan bünyelere yüklediğinizde bu türden sıkıntılar yaşanması psiko-sosyal açıdan beklenen klinik sonuçlar olduğu halde, kişilerin oksijen tüpü almadan bu kadar derine batmaları veya paraşütsüz uçaktan atlamaları ancak bizim ülkemizde mümkün olmaktadır.
Niklas BENDTNER’in taksicinin burnunu kırması, Zenit'in golcüsü Alexander KOKORIN ile Krasnodar forması giyen Pavel MAMAEV’in, Rusya'da bir kafede iki kişiye saldırması gibi adli olaylar her yerde olabiliyor elbette. Futbolcuların hepsinden “ağır ol molla desinler” adamı olmalarını kimse beklemiyor ama hiç olmazsa silah çekip sağa sola saldırmasalar!
Burnu kırılan şahsın daha önceki yıllarda evli olduğu halde başka bir futbolcunun eşi ile yaşadıkları ve o evliliğin yıkılmış olmasından dolayı sorumlu olduğu ithamı ortada dururken Arda’nın “kör kör parmağım gözüne” dercesine bu şahsı hedef alması biraz “taammüden” algısına sebep oluyor. Ne de olsa bu âlemde suç ve ceza kendi kurallarıyla işliyor.
Eğer bu bâdireyi de herhangi bir sıyrık almadan atlatırsa âlemde çok özendiği ve öykündüğü “efsane” sıfatına bir adım daha yaklaşmış olacak. Ne de olsa eski bir dostunun intikamını –bir şekilde- almış olacak. Yok aksi olursa ki; (yırtması her hal-ü kârda mümkün), gene efsane olmasına ramak kalmış olacak, koyverin gitsin ondan sonrasını.
Bu aralar çok sık kullandığım ve çok sevdiğim “ Görelim Mevlâ N’eyler, N’eylerse Güzel Eyler” deyip bırakalım burada.
Hepimize hayırlı günler diliyorum.