Dolar kuru bir hafta içinde 5,40'ların üstüne çıktı. Gazetelere üstünkörü bir gözle bakarsanız, dolar kurundaki yükselmenin sebebi olarak Kasabanın Şerifi'nin tweetlerini görürsünüz.
Bu hiçbir iktisat kitabında yazmayan bir kuraldır. Emperyalist gücün cahil ve meczup yöneticisinin ortaya attığı iddia ve tehditler bir ülkenin para biriminin değerini belirlemez. Kurların yukarı veya aşağı hareketi için, ilkönce döviz piyasalarında dengesizlik olması gerekir.
Güncel kura gelirsek… Hatırlanacağı gibi dolarda 2018 sonu denge kurunun 5,38-5,42 arasında olduğunu yazmıştım. Güncel kur da o civarda seneyi tamamladı. Bugün aradan 2,5 ay geçtikten sonra dolar kurunun 5,46’ya çıkması heyecan ve kaygıyla karşılandı. TÜFE’de ortalama yüzde 20 ve ÜFE’de ise ortalama yüzde 35 enflasyonun olduğu bir ülkede sene başı Dolar kuru 5,40 iken 2,5 ay sonra kurun 5,46’da olması kaygıyla karşılanır, evet; ancak tam tersi bir düşünceyle… Kurun 15 Mart itibariyle denge değeri bu enflasyon oranlarıyla (en iyimser hesapla yıllık yüzde 20 TÜFE enflasyonu ve yıllık yüzde 2 ABD TÜFE enflasyonu kullanılarak) mevcut şartların değişmediği varsayımıyla şöyle hesaplanabilir: TÜFE 2,5 aylık enflasyonu yüzde 3,87, ABD’nin aynı dönem için TÜFE enflasyonu yüzde 0,43 ise dolar kurunun denge değeri 15 Mart itibariyle, çok kaba bir enflasyon paritesi hesabıyla, 5,40 x (1,0387/1,0043) = 5,58 olması gerekir. Yani kur olması gereken değerin altındadır. Dolar kurunun 5,58 olması gerekiyorsa, 1,12 çapraz kurdan Avro kurunun da 6,25 olması gerekir. Tabiî ki, bu kabataslak hesapta milli gelirdeki daralmayı, insanların geçim sıkıntısıyla ellerindeki dolar cinsi serveti bozup borç ödediklerini, ABD ve AB Merkez Bankalarının politikalarını daha hiç hesaba katmadığımı hatırlatmak isterim. Kısaca dolar kurundaki bu yükseliş normal değerine dönüş sürecidir. Esas anormal olan 5,20’lere düşmesiydi.
Bu kısa girişten sonra bugünkü konumuza gelelim. Hatırlayacaksınız, cuma günkü yazımda para politikasının üç temel değer arasındaki hassas ilişkiyi bozmaması gerektiğinden bahsetmiştim. Bu değerler fiyatlar genel düzeyi (TÜFE veya ÜFE cinsi), döviz kurları ve faiz oranlarıdır. Bu hassas ilişkinin sebebi her üç değerin de, yerli paranın satılan mal ve hizmetler, yabancı paralar ve zaman cinsinden fiyatı olduğunu söylemiştim. Biraz açalım:
Paranın Değeri ve Enflasyon: İnsanlar parayı en temelde bir alış veriş aracı olarak kullanırlar. Her türlü mal ve hizmetin bedeli ve her türlü üretim faktörünün yarattığı katma değer para ile ölçülür. Dolayısıyla yapılan her ticari işlemde bedel para ile ödenir. Eğer mal, hizmet ve/veya üretim faktörlerinin fiyatları artıyorsa, aynı miktar para ile bunlardan daha az miktar satın alınabilir. Yani, fiyat artışları paranın satın alma gücünü düşürür. Bir başka deyişle paranın mal cinsinden değeri düşer.
Paranın Değeri ve Kurlar: Dışa açık bir ekonomide dış dünya ekonomileri ile ticari ilişkiler döviz kurlarının varlığının en temel sebebidir. Her birinde ayrı bir yerli para biriminin kullanıldığı ülkeler arasında mal ve hizmet ticareti farklı para birimlerinin adil ve şeffaf bir piyasada birbirine çevrilmesi ile gerçekleşebilir. Yine, dış dünya ekonomileri ile ticaret sebebi ile ortaya çıkacak yabancı para cinsinden finansman sorunlarının giderilmesi için de para birimlerinin birbirine adil bir fiyattan çevrilmesi zorunludur. İşte, dış dünya ekonomileriyle bütünleşme, aynı zamanda, yabancı para birimlerinin alım satımını da beraberinde getirir. Şimdi, yerli paranın yabancı paralar cinsinden reel değeri Reel efektif Döviz Kuru ile gösterilir. Öte yandan, bizim döviz büfelerinde gördüklerimiz ise yabancı paraların TL cinsinden değeridir. Eğer Dolar, Avro veya Yen kuru artıyorsa, TL’nin değeri düşüyor demektir. Eğer kurlar düşüyorsa da, o takdirde, TL’nin değeri artıyor demektir.
Paranın Değeri Ve Faiz Oranları: İnsanlar ve firmalar nakit para ihtiyaçlarını her zaman gelirleriyle karşılamazlar. İnsanlar dayanıklı tüketim malları için ve firmalar da yatırımları için gelirleri haricinde borçlanırlar. Ellerinde nakit fazlası olan iktisadi aktörlerin fazla paralarını nakit ihtiyacı içinde olan diğer aktörler, belli bir vade için, kiralar. Bu kiralama işlemine aracılık eden de bankacılık ve finans kesimidir. Paranın kiralama bedeli de faizdir. Nakit ihtiyacı bir ekonomide artarsa, borç olarak talep edilen nakit miktarı da artar. Dolayısıyla, halkın nakit paraya ödemeye razı olduğu kira bedeli, yani faiz de, artar. Sonuç olarak paranın zaman cinsinden değeri artarsa faizlerin de artması gerekir.
Fiyatlar genel düzeyi, kurlar ve faiz oranları hepsi de aynı iktisadi varlığın değerini gösterir. Dolayısıyla, bu fiyatların birbiriyle uyumlu olması gerekir. Tabiî ki fiyatlar genel düzeyi, kurlar ve faizler her zaman birbiriyle uyumlu olmaz. Bu durumlarda, mal ve hizmet piyasası, para ve döviz piyasaları arasındaki ilişkini bozulduğu veya bu piyasaların en az birinde dengesizlik olduğu söylenebilir.
Merkez Bankası, para politikası oluştururken, hedef ve strateji belirlerken, bu üç fiyat arasındaki ilişkiyi bozmamaya gayret etmelidir. Ancak, bugün bütün dünyada olduğu gibi, bizim Merkez Bankamız da enflasyon hedeflemesi adı altında faiz hedeflemesi yapmaktadır. Faizler piyasa tarafından belirlenmezse, kurlar da piyasa denge değerlerinden uzaklaşır. Bu takdirde örneğin, dalgalı kur sisteminin de bir anlamı kalmaz. Faizler ve enflasyon arasındaki ilişki ise, gerçekte iki boyutludur. İlki, faiz oranlarını belirleyen ana etkenlerden birisi “enflasyon beklentisidir” ki, bu güncel enflasyon değil ama örneğin bir sene sonraki enflasyon hakkındaki tahmindir. İkincisi, enflasyon ve faizi aynı anda etkileyen üçüncü etkenlerdir ki, iç ve dış borç, cari açık ve bütçe açığı, toplam arz şokları bunlardan bazılarıdır. Bir misal olarak, genişlemeci para politikası faizlerde düşüşe neden olurken enflasyonda artışa yol açar. Yani bunlar birbirinden değil, ama para politikasından eş anlı olarak etkilenirler. Öte yanda faizler arttığında TL değer kazanır, TL değer kazandığı vakit kurlar düşer. Yani faiz ve döviz kurları arasında da ters yönlü bir ilişki vardır.
Faiz ile enflasyon ilişkisi, günümüzde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylemleriyle de, yazılı ve görsel medyada sıklıkla tartışılmaktadır. Bu konuda bir kafa karışıklığının olduğu söylenebilir. Benim kanaatim, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konuda yanlış bilgilendirildiği yönündedir. Söylenen şudur: “Faizler düşünce enflasyon da düşecek!” Bu ilişki, firmaların envanterindeki duran varlıklar (yatırım malları ve binalar) için alınan kredilerin faiz ödemelerine bağlı olarak, faizin bir maliyet unsuru olarak tanımlanmasından kaynaklanır. Böyle bir ilişkinin geçerli olması için kredi ile alınan duran varlıkların çoğunlukla TL ile satın alınması, kredilerin büyük bir kısmının TL cinsinden olması, kredilerin sabit değil değişken faizle verilmesi gerekir. Bu durumda bile, kredi faizi ile yatırım malının fiyatı arasında ters yönlü bir ilişki olduğu için, firmaya maliyet olarak yansıyan tutar faiz arttığında düşebilir, düştüğünde artabilir. İktisadi hayatta çok özel bir durumda rastlanacak istisnai bir ilişkiyi genelleştirmek, buna dayalı para politikası oluşturmak paranın iki temel değeri olan fiyatlar genel düzeyi ve faiz oranları arasındaki doğal ilişkiyi bozar ve makro dengesizliklere yol açar.
Cumaya “Enflasyon Hedeflemesi niçin yanlıştır?”, sorusunu cevaplandıracağım.