Hak kavramı bir olanağın gerçekleştirilebilmesi talebini içerir.
İnsan bir olanaklar varlığıdır. Onun serpilip gelişmesi sahip olduğu olanakları kullanabilme yetisiyle doğrudan ilgilidir. Olanaklar iki biçimde gerçekleştirilebilir. Birincisi fiziksel, biyolojik kişisel özellik ve yetilere bağlı “yapabilirlik” anlamında gerçekleştirme. İkincisi ise birinci olanağı dışsallaştırabilmeye bağlı tinsel gerçekleştirme. Bunlar birbirlerine doğrudan bağlıdır. Bu iki gerçekleşme hali, olanakların pratiğe aktarılmaları bakımından “hak” ve dolayısıyla da “hukuk” kavramlarıyla dolaysız olarak ilişkilidir.
Hak kavramı bir olanağın gerçekleştirilebilmesi talebini içerir. Örneğin, en temel hak olan yaşam hakkı, yaşamı olanaklı kılacak araçlardan bağımsız olarak dile getirilemez. Besin olmadan beslenmeden bahsedilemeyeceği gibi. Düşünme de bir olanak olarak yaşam kavramına içkin bir haktır. İnsandan bağımsız olarak düşünme kavramından söz edemeyiz. Tıpkı göz olmadan görme kavramından bahsedemeyeceğimiz gibi. Bu ve buna benzer haklar yaşam kavramına içkin “tözel” haklardır.
İnsan iki biçimde tutunur yaşama: Biyolojik olarak ve Tinsel olarak. Düşünme yetisine bağlı olan düşünceyi ifade hakkı da “yaşam” kavramına doğrudan bağlı olan tözel bir haktır. Düşünme yetisine bağlı olanak olarak düşünce dışsallaştırılamadığında, daha açık deyişle, başka insanların duyabileceği şekilde dile getirilemediğinde en temel tözel hak olan yaşam hakkı da ihlal edilmiş olur. Bu nedenle, insan yaşamı sadece beslenmeye bağlı bir olanağın gerçekleşmesi hali değildir.
Tinsel yaşam açığa çıktığı bireysel özneyi aşan bir dışsallaşma olanağı taşır. Bu olanağın pratiğe dönüşebilmesinin, bir başka deyişle, dışsallaştırılabilmesinin zorunlu koşulu onun önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Tekil özneler engelleri kendi arzu ettikleri biçimde kaldırılamıyor olabilirler. Engelleri birlikte kaldırma arzusunun sonucu olarak doğan devlet varlık nedeni olan öznelerden aldığı yetkiyle biyolojik ve tinsel yaşamın sürdürülebilir olmasını sağlamak üzere kurulur.
Bir devlet, yönetim biçimi ne olursa olsun, yukarıda dile getirdiğim iki gerçekleşme halinin sonucu olarak ortaya çıkan tözel hakları hukuk ile güvence altına alır. Haklar hukuk aracılığıyla somutlaşır. Bir şeye ilişkin hak talebi hukukta karşılığı varsa yerini bulur. Haklar çeşitlendikçe onların koruyucusu olan hukukun kapsamı da genişler. Bu nedenle, hukuk biyolojik ve tinsel yaşamın şemsiyesidir. O halde, biyolojik ve tinsel yaşam, hak ve hukuk arasındaki ilişki dolaysızdır. Hakların gerçekleşme alanı olarak devlet de bu dolaysız ilişkinin ürünüdür.
Devlet hakların temsil edildiği canlı bir organizmadır. Devlet, herkesin kendini orda görmeyi ve göstermek istediği mekandır. O hem tek kişidir hem de çok kişidir. O hem tek kişiyi hem de çok kişiyi haklar temelinde temsil eder. Bu anlamda, genel iradenin temsili olarak devlet bu iradenin yetkilendirdiği kişiler tarafından yönetilir. Yetki, onlara bu yetkiyi veren tekil öznelerin hakları korunduğu sürece kullanılabilir. Seçimler bu yetkiyi vermenin en adil yoludur. Seçmenler haklarını en fazla koruyacağına ve hatta onları daha fazla zenginleştireceğine inandığı kişilere iradi olarak oy vererek temsil hakkı tanırlar. Seçmen seçtiği kişinin kendisini temsil etmesini ister. Bu temsilin temel dayanağı biyolojik ve tinsel yaşamın temsilci tarafından korunacağına ilişkin inançtır. Bu inanç seçmen ve temsilci arasındaki güven ilişkisinin zeminidir. İnanç ortadan kalktığında temsil hakkı da geçerliğini yitirir.
Oy verme biyolojik ve tinsel yaşamın çatışmasız bir biçimde sürdürülmesini sağlamak üzere kullanılan bir haktır. Bu hak, olanakların gerçekleşme hali olarak temsili demokrasinin özünü oluşturur ve hukuk tarafından koruma altına alınır. Dile getirdiğim biyolojik ve tinsel yaşam, hak ve hukuk arasındaki ilişki bu bağlamda anlaşılmalıdır. Oy kullanmamak da bir haktır. Bu hak da hukuk tarafından korunur. Ancak bu hakkı kullanmak talep ve söz hakkını sınırlandıracağı için düşünmeye bağlı düşünce özgürlüğünün dışsallaştırılabilmesini kesintiye uğratır. Bu nedenle rasyonel bir seçim değildir.
Buraya değin yazdıklarımın tek bir nedeni var. Bir sorunun hukukla ilgisi bakımından teorik düzeyde tartışılmasını istiyorum.
Bir seçmen, aradaki güven ve inanç ilişkisini zedelediği ve bu nedenle de haklarını koruyamayacağına inandığı için, temsil hakkı tanıdığı kişi ya da gruba verdiği oy’un iptalini isteme hakkına sahip olabilir mi?
Temsili demokrasilerde oy hakkı anayasal bir haktır ve kanunlarla koruma altına alınır.
Bir sonraki seçimleri beklemeden kullanılan ‘oy’u geri çekme hakkı anayasal bir hak olabilir mi? Bu hak da kanunlarla koruma altına alınabilir mi?