Mahalle bebeleri vardır. Belli ki ağabeylerine güvenir. Gelir size küfreder. Aldırmazsınız. Gelir kafanıza taş atar.
Mahalle bebeleri vardır. Belli ki ağabeylerine güvenir. Gelir size küfreder. Aldırmazsınız. Gelir kafanıza taş atar. Kalkar bir tokat atarsınız. O küfre devam eder. Sonra sinirlenir, iyi bir döversiniz. Yediği dayağın acısıyla bir yandan kaçar, diğer yandan küfre ve tehdide devam eder. Canı çok yanmıştır ama yiğitliğe bok sürdürmek istemez. Yani tam da “Oğlum bak git” durumu. YPG/PKK Menbiç’e yığınak yapıyormuş. Yapmasın. Etmesin. Bu durum sadece daha fazla adam kaybetmesine yol açacak. Zannediyorsa ki, direnebilirlerse, şehit cenazesi gönderebilirlerse Türkiye geri adım atacak. Zannediyorlar ki Amerika bu işe müdahale edecek, zannediyorlar ki Rusya bir laf edecek. Sadece ve sadece yok olduklarıyla kalacaklar. Bunun temelinde kendilerini çok önemsemeleri ve uluslararası dengeleri yanlış yorumlamaları yatıyor.
Fırat’ın doğusuna çekilirlerse operasyonel güçleri ellerinde kalacak. Anca o zaman belki DAEŞ’e karşı anlamlı bir kullanımları olur. Aksi takdirde yok olup gidecekler. Farkında olmadıkları, belki, aslında farkında oldukları ama anlamak istemedikleri şey, şimdi karşılarında DAEŞ’in 72 buçuk milletten topladığı çapulcuların olmadığı. Disiplinli, savaş deneyimli bir ordu ile baş etmeleri mümkün değil. Bunların ağababası PKK bile baş edemiyor. Anca yollara bomba döşeyip tuzak kuruyor. Sonunda Türkiye içindeki hendek denemesinde neler yaşandıysa onlar yaşanacak. Bu kez sığınacakları dağlar yok. Bu kez her yere bomba döşeseler de açıkta bir hedefler. Bırakın savaşmayı, savaşacak olanların yiyeceği yemek, ikmal yolları, insan kaynakları yok.
Yavaş yavaş eriyecekler. PYD’nin lokal emperyal genişlemeci hamaseti kazandıkları üç otuz haklarını da ortadan kaldıracak. Turk tankını elin füzesi ile vurmak sadece Türkiye’yi daha da kızdırır. Sakaldan bir kıl koparmak gibi. Kızgın bir Türkiye ünlü sözdeki gibi karşısındakinin kolunu koparmadan durmaz. Çünkü artık hedef ortalıkta duruyor. Türkiye içindeki gibi kalabalıklara saklanamıyor, dağlarda yaşayamıyor, bombalarla tuzak kuramıyor. Bu durumun farkına varırlar mı bilmem? Şimdilik hiç de öyleymiş gibi davranmıyorlar. Belli ki Amerika’ya söz vermişler Menbiç’i alıp Fırat’ın doğusuna çekileceğiz diye. Amerika’da Türkiye’ye söz vermiş “Çekilecekler” diye. Çekilmedikleri, çekilmeyecekleri çok ortada. PKK ve dolayısıyla YPG’nin hayallerindeki genişlemeyi yapabilmesi mümkün değil. Evet Kuzey Irak’ta benzer gelişmeler oldu geçmişte. Ama zaman farklı, mekan farklı, insanlar farklı idi. Ayrıca Irak Kürtleri emperyal hevesler içinde değildi. Bunlar bırakın başka halkları, kendileri gibi düşünmeyen Kürtleri bile sürüyorlar ele geçirdikleri topraklardan. PKK devleti romantizmi kısa sürecek. Bu belli de, belli olmayan şey çocuk kaçana kadar ne kadar dayak yiyeceği?
Aloo kime diyorum?
Farkında mısınız? Savaştayız. Öyle kuzey Irak harekatları gibi değil, bayağı bayağı savaştayız. Tankımızla, topumuzla, uçağımızla, dişimizle, tırnağımızla savaştayız. Dört cephede birden savaşıyoruz. Galiçya bir yandan, kafkas cephesi bir yandan, kanal harekatı diğer yandan. İçimizdeki hainler ile, dışımızdaki düşmanlar ile savaştayız. Haklıyız, haksızız bırakalım bu işleri. Tamam, neden böyle oldu diye uzun uzun tahliller yapalım. Kendi meşrebimizce yorumlarda bulunalım. Ama sonuçta ne yapacağız yani savaşmayı bırakacak mıyız? Canlı bombalara teslim mi olacağız? Suriye’ye girdik. Sahada yeni bir oyuncu var artık. Hani bilirsiniz, bir yerde otururken dizinize bir kara sinek konar. Şöyle bir hafiften silkinirsiniz, kaçar yine aynı yere konar. Sonra bir kez daha. Elinizle kovarsınız, yine gelir aynı yeri didiklemeye başlar. Sonunda ayağa kalkar elinize bir gazete alır onu katlar ve sineği öldürene kadar uğraşırsınız. Bu sinek ölmeden size rahat huzur yok arkadaş. Türkiye işte tam bu durumda. Şimdi yaptığımız şey, bu sineğin ürediği su birikintisini kurutmak. Kavgada yumruk sayılmaz. Daha fazla ne yapabilirler ki? Zaten ellerinden geldiğince her gün bir tuzak kuruyorlar. Artık ya “Herro ya merro” zamanı.
Okey ıstakasından, beyzbol sopasına
30 yaşlarında. Delişmen bir adam. Kesinlikle erkek. Çünkü bir kadının zarafeti ve organizasyon becerisine sahip değil. Üstelik erkek egemen. Maço. Yüzünde geçmiş zamanın izlerini taşıyan biri. Her bir mücadelenin izi üzerinde. Yakışıklı. Kendince bir çekiciliği var. Zaman zaman komşunun düğününe gider gibi bakımlı, çoğu zaman pejmürde. Çocukluğu kavga dövüş içinde geçmiş. Kimi zaman mahalle kahvesine koşturan çocuk olmuş, “Abimizi dövüyorlar” diye, kimi zaman mahalle kahvesinden elinde ıstaka ile fırlayan. Beyzbolun “B” sini bile bilinmediği halde yüzbinlerce beyzbol sopası satın alan, genellikle iki günlük sakallı suratı ile dolaşan. Ama yüreğinin bir yerinde ailesi, dostları ve hatta mahallesi için ölümüne kavga edebilecek bıçkınlıkta. Bir türkü ile ağlayan, sesi kötü olsa da kendini sevdiği şarkıya eşlik eşlik etmek zorunda hisseden, bakkaldan aldığı birayı gazeteye sardıran, düğün dernekte masa altından meyve suyuna “Takviye” yapan özel bir kişilik.
Komşunun mevlüdüne giden, ama meyhanedeki arkadaşlarıyla da takılan, cumaları namaz kılan, sonra cadde üzeri bankta oturup çevreyi “Kesen” biri. Ramazan’da içkiden uzak duran ama bayrama vardığında bunu “Kutlayan”, ailesinin geçmişteki önemli insanlarıyla gurur duyan, kahramanlıklarına öykünen, bolca geçmiş zaman hikayeleri anlatan mahalle delikanlısı. Vicdanlı. Bazen sonuna kadar umursamaz, bazen köküne kadar sorumluluk taşıyan. Askere gittiğinde en önde koşan, vergi vermemek için çareler arayan, nadiren ailesiyle birlikte bir yerlere gittiğinde ise koruyucu. Gösterişi seven. Parayı bulduğunda belli olsun isteyen, ama bu paranın nasıl bulunduğu sorusunu yanıtlamak istemeyen, tencere yemekleri ile büyüdüğü halde, kebabı seven ama sushi ile yeni yeni tanışan biri.
Müthiş de uyumlu. Girdiği her ortamın kuralını öğrenen ona göre oynayan, bazen mahalle, bazen şehir, bazen de ülke değiştirdiği halde yeni ekildiği toprağın özelliğini kavrayan, iklime hemen uyum sağlayan şifalı özellikleri bulunan bir yaban otu. Bir çiçek olmadığı belli. Ama salataya konmak için kökünden kesilen bir sebze olmadığı da kesin. Çoğu zaman önce yapan sonra düşünen biri. Garip bir biçimde şanslı. Tavladada son anda çift atabileceğine olan inancı hayatının tüm evrelerinde kendisiyle beraber büyüyen, kimi zaman milyonda bir gerçekleşme olasılığı bulunan şeyin, istediği anda neden olmadığı konusunda kafa yoran detaycılıkta.
Olağanüstü uyum yeteneği sayesinde en kötü, krizleri bile fırsata çeviren, üstünden çim biçme makinesi ile geçilse, yangın görse, hatta kökünden sürülmeye çalışılsa bile daima var olmaya programlı hücreleri ile ölümsüz bir Anka kuşu. Bir teknik direktörden daha fazla futbol bilen, bakandan fazla dış ilişkiler uzmanı, ekonomistlere taş çıkaracak bilgelikte bir iktisatçı, hatta jeologlardan daha fazla deprem uzmanı. Dağda teröristler ile gırtlak gırtlağa savaşıp, bir haftalık izninde Bodrum barlarında eylenen, sonra hiç birşey olmamış gibi “Nerede kalmıştık?” diye savaşa devam eden bir duygusal fenomen.
Hayatının hiç önemi yokmuşcasına öne atılan ama hayatı dünyanın en önemli şeyiymiş gibi kavga eden delikanlı. Mavi yolculuk yapıp tekneden resim paylaşan amca oğlu ile , cepheden G-3 ile fotoğraf yollayan kardeşinin fotoğraflarını Facebook’unda birlikte paylaşan ve bundan gurur duyan bir bilmece. Çabuk gaza getirilen, kimi zaman çevresine küsen, anlaşılamamaktan yakınan, kimi zaman birazcık anlayış belirtisi gördüğünde bile sevinen biri. Sevgisinde de dibi olmayan, nefretinde de dur durak bilmeyen, metronom misali uçlarda gezen, ama hafızası sınırlı, çabuk unutan çabuk af eden, geçmişe bir anda sünger çekebilecek yapıda. Bu anlattığım kime benziyor sizce? Aslında “Türkiye insan olsaydı?” sorusunun cevabını aradım. Benim gördüğüm Türkiye isimli kişi böyle biri. Belki sizin tanıdığınız farklıdır. Bir düşünün bakalım.