​Bir öfke sarmalına girdik hepimiz.

Bir öfke sarmalına girdik hepimiz.

p.p1 {margin: 0.0px 0.0px 0.0px 0.0px; font: 12.0px Arial} p.p2 {margin: 0.0px 0.0px 0.0px 0.0px; font: 12.0px Arial; color: #313131} p.p3 {margin: 0.0px 0.0px 0.0px 0.0px; font: 12.0px Arial; color: #232323} p.p4 {margin: 0.0px 0.0px 0.0px 0.0px; font: 12.0px Helvetica} span.s1 {font-kerning: none}

Mutlu hissetmek büyük lüks.

****

Son yıllarda sınırlarımızdaki gelişmeler ister istemez mevzuya bakışımızı değiştirdi. Uykusuz gecelerimizin müsebbibi Halep ve Halep’te yaşananlar öfke patlamalarına neden oluyor. Çaresizlik hissediyoruz. Hissettikçe daha da hırçınlaşıyoruz. Dost sohbetlerinde tansiyon yükselmeye, konuşmaların rengi değişmeye başladı. Mezhep konuşur olduk.

Bir parantez açalım. Türkiye’nin üç büyük fay hattı var. Muhafazakar-Laik, Alevi-Sunni, Kürt-Türk. Bu fay hatları harekete geçtiklerinde büyük acılar yaşatıyorlar bize. Muhafazakar-Laik fay hattı bir süredir sakin. Kullanılabilir halde değil. Kürt-Türk fay hattı hala canımızı yakıyor. Sunni-Alevi hattı bıçak sırtı ve maalesef her dönem kullanılabilirliği var. Parantezi burada kapatıyorum.

Reel politik bir şekilde ilerliyor. Bizim kalplerime bakmamız lazım.

Peki biz ne hissediyoruz?

İlmine ve ferasetine güvendiğim hocalardan Prof.Dr Mahmut Erol Kılıç’ın şu sözleri bu sorduğum sorunun önemini idrak ettirdi bana.

“Dostlar, benim durumum çok kötü. Hani derler ya “Allah kimseyi benim durumuma düşürmesin!” kabîlinden. Vazifem gereği sekiz yılı aşkın bir süredir İstanbul ve Tahran arasında gidip gelen birisiyim. Ayın yarısı orada yarısı burada gibi. İstanbul'daki evimde izlediğim televizyon kanallarında Suriye rejiminin bombaladığı okulda parçalanan çocukların görüntülerini görüyor ardından yorumcuların o Sünni çocukları vahşice katledenler üzerine yaptıkları yorumları izliyorum. Bir Sünni Türk olarak lanet olsun bu vahşete diyorum.

Sonra Tahran'a gidiyorum. Bu sefer orada akşam haberlerini izliyorum. El-Kaide veyahut IŞİD benzeri Sünnilerin (?) yakaladıkları Şiileri nasıl işkence ile öldürdüklerini izliyorum (sansürsüz). Canlı canlı kalbini sökmelerden tutunuz ateşte kızarta kızarta yakarak öldürmelere kadar. Kurbanların yalvarmaları, çığlıkları tüylerimi diken diken ediyor. Bir İran'lı ve de bir Şii olarak bunları izlesem ne yapardım diye empati kurmaya çalışıyorum. Çıldırıyorum ve aynı laneti burada da haykırıyorum. Buna kalp mi dayanır, asab mı dayanır? Bu karşılıklı ekran okumalarımdan vereceğim örneklerin sayısını yüzlere çıkarabilirim.

Ama dostlar durun bir dakika, ortada bir gariplik var.

KANDIRILIYORUZ!”

****

Erbil seyahati dönüşü bir yazı kaleme almıştım. Yazı şöyle başlıyordu.

“Erbil’e yaptığım seyahatte en fazla duyduğum “Haşdi Şabi” ismi olmuştu. Şii milislerin tamamına verilen bir isim bu. Devam eden Musul Operasyonu ile ilgili en fazla dile getirilen temenni Haşdi Şabi’nin bir Sunni kenti olan Musul’a girmesiydi. Nedenini Kerkük’ten gelen bir görüntü ile anladım. Kerkük yakınlarında bir köyü işgal eden Haşdi Şabi güçleri köyün imamını öldürmüşlerdi. Yerde yatan cansız bedenin göğsünü açtılar, kalbini çıkardılar ve çiğ çiğ yediler.”

Kafam, gönlüm karmakarışık.

Sukunete ve aklı selime ihtiyaç var.