Alman filozof Nietzsche de bu hedef tahtalarından biridir.
Hangisine inanırsa inansın, dini, kendi menfaatleri için bir silah, bir tehdit aracı olarak kullanmak isteyen bezirgânlar, kendileri bir şey üretemedikleri için – çünkü bu, emek ister ve hem yorucu hem de masraflıdır – karşı tarafın ürünlerini kullanırlar.
Dine karşı ne söylenmişse ve bunu kim söylemişse onu hedef tahtası ve ters referans olarak kullanırlar. Akıllarınca “düşmanını iyi tanıma” prensibi yerine getirdikleri zannederler. Kendi savunmaları için ellerinden hiçbir şey olmadığını gizlemek için – dedikoducuların kendi ayıplarını örtmek üzere başkalarının hayatlarını kurcalamaları gibi – karşı tarafa yüklenirler. Ancak bunu yaparak, düşman bellediklerine muhtaç ve onların söylediklerine mahkûm olduklarını göremezler.
Alman filozof Nietzsche de bu hedef tahtalarından biridir. Onunla ilgili en çok bilinen şey ya da ondan en çok alıntı yapılan söz, “Tanrı öldü”dür. Bu sözü bir ateizm ve Allah’ı inkâr ifâdesi olarak görüp kendisine malzeme hatta cephâne yapanların sayısı bir hayli çoktur. Ama bu cephânenin kurusıkı olduğunun pek farkında değildir.
Foucault’tan Derrida’ya, Deleuze’den Heidegeger’e kadar birçok filozofu etkileyen Nietzsche’nın adını bile ezbere yazmaktan âciz câhil-cesur tayfa ya onun bıyıklarına laf söylerle ya da “Tanrı öldü” sözünü geviş getirircesine tekrarlayıp Nietzsche’yi kum torbası yaparlar.
Ölen Tanrı değil, tanrı-insandı
Felsefe literatürüne birçok kavramın yanında “üstinsan” (übermensch) kavramını kazandıran Nietzsche’nin Tanrı (vaya Allah) ile bir alıp veremediği yoktu. “Üstinsan” kavramının ilhâmını Romalı düşünür Lucian’ın “hyperanthropos” kavramından alan Nietzsche, insanın tanrılaştırılmasına karşıydı. İnsan-tanrı kültüne saldırmak ve onu yıkınca oluşacak boşluğu doldurmak için “üstinsan” kavramını geliştirdi.
Onun karşı olduğu “süper insan”, yâni doğaüstü güçleri olan, normal insanların yapamadığını yapan, mucizeler gösteren, ama bu yaptıklarıyla örnek olup bunları başkalarıyla paylaşmayan ve “süperlikte tekel” olan varlıktı. Bu, âdeta insan sûretine bürünmüş, dış görünüşleriyle insan olan ama doğanın bir parçası olan insanın sâhip olmadıklarına sâhip olan, yapamadıklarını yapan bir varlıktı. Tıpkı antik Yunan’daki Olimpus Dağı’ndaki tanrılar ve tanrıçalar gibi.
Üstinsan ise, her özelliği ile insan olan ve fakat nefsânî zaaflarına hâkim olan, egosuna söz geçiren ve böyle yaparak bunun sıradan bir insan için mümkün olduğunu gösteren ve diğer insanlara örnek olan insandır.
Üstinsan, üstünlük taslayan insan değildir. Üstinsan, mûcizeler veya kerâmetler arkasına sığınan insan değildir. üstinsan, fıtratında verilen özellikleriyle içine doğduğu ve içinde büyüdüğü ve yaşadığı kültür sâyesinde veya bu kültüre rağmen varlık sebebinden uzaklaşmayan insandır.
Nietzsche, tanrının öldüğünü ilan ederken hedef aldığı gaflet, üstinsan olan Hz. İsâ’nın “süper insan” hâline getirilmesi ve insanlıktan çıkarılıp tanrılığa çıkartılmasıydı. Böyle bir süper insanın hayatta olmaması da, bunu yapanların en büyük avantajıydı. Olağanüstü şartlarda dünyâya gelmesi O’nu “süper insan” yâni “tanrı-insan” yapmak isteyenlerin en güçlü kozuydu.
Oysa Meryemoğlu İsa, ister çarmıha gerilmiş olsun, ister göğe çekilmiş olsun, her ölümlü canlı gibi ölmüştü. Nietzsche “tanrı öldü” derken hem mâlumun ilâmını yapıyor, hem de Meryemoğlu İsa’nın tanrının oğlu olmadığını anlatıyordu. Tanrı hâline getirilen bir insan üzerinden oluşturulan ve Hristiyanlığın en önemli itikadı hâline gelen inanç, artık bu dine iman edenlerin dertlerine çâre olamıyordu. Meryemoğlu İsa’nın insânî özellikleri de yok edildiği için, O’nun üstinsan olarak Hristiyanlara verebileceği bir şey kalmamıştı.
Yanlış anlama
Nietzsche de birçok filozof gibi yanlış anlaşıldı ve kullanıldı. Bu yaklaşımın megalomani olduğu, Hitler’in faşist fikirlerine ilham verdiği iddia edilmiştir. Nietzsche’nin öldüğünü iddia ettiği tanrının ne olduğunu anlamadan, onun insanın kendi kendini var etme sürecinin başladığını ileri sürdüğünü zannedebilirler.
Burada Nietzsche’nın avukatlığını yapmıyorum. Ama sâdece “üstinsan” kavramıyla neye ve kimlere cephe aldığını anlamımızın bugüne işimize yarayacağını söylüyorum. Zira aynı belâ Müslümanlık için de geçerlidir. Hz Muhammed (s.a.v) ilk vahye muhatap olduktan sonra bırakın “süper insan” vasfını kazanmayı, kendisini tecrit ettiği mağaradan inip sosyal hayâtın içine karışmıştır. Bunu görmezden gelip Peygamber’i anlatırken, O’nun insânî (üstinsan) özelliklerini değil de, başka insanlarca edinilemeyecek özelliklerini öne çıkaran söylemin günümüz Müslümanlarına verecek bir şeyi yoktur. Bu yanlış, popüler ifâde ile “deizm” değirmenine su taşır.
Peygamberler yâni üstinsanlar, insanı esfel-i sâfilin olmaktan alıkoyup, eşref-i mahlûkat olmayı bizzat yaşayarak ve tatbik ederek gösteren rol modellerdir. Onları, Hz. İsa örneğindeki gibi, tanrı-insan/süper insan hâline getirmek, ihtiyaç duymadıkları ve varoluş sebeplerinde bulunmayan gereksiz ve yanlış bir yükselme ve vazifelerini çarpıtmadır.
Tanrısız gelişim
Nietzsche’nin bu isyanvârî ilânını yanlış anlayanlar, tanrılaştırdıkları insanın öldüğünü kabûl etmeyip ondan hâlâ tanrılık beklemektedir. Süpermen, Örümcek Adam, Demir Adam, Kaptan Amerika, He-Man gibi, Mesih kültürünün güncel devâmı olan ürünlerle teselli aramakta ve beyhûde bir itiraz içine girip “Hayır, ölmedi” denmektedir. Onlar için ölümsüz olması normaldir, çünkü tanrıdır. Tanrı olmayan ama tanrılaştırılan (süper insanlaştırılan) bir insanın başka sûretlede (süper kahramanlar olarak) gelmesi de onlar için normaldir, çünkü Tanrı, İsa sûretinde dünyâya gelmiştir ve yine gelecektir.
İşte Nietzsche bu gafletten uyandırmak için çok dikkat çeken bu ifâdeyi kullanmıştır. Ama ne yazık ki, Meryemoğlu İsa’yı tanrılaştıranlar, bu ikazı da sloganlaştırıp itibarsızlaştırmışlardır. Bunu yaparken de “insan-ı kâmil” olma yolu da kapatılmış ve “kişisel gelişim” tuzağına düşülmüştür.