Ergun Yıldırım, Necip Fazıl Ödülleri'ni konu aldığı yazısında "Necip Fazıl entelektüel bir isyandır!" diyor. Çok güzel bir tespit.
Ergun Yıldırım, Necip Fazıl Ödülleri’ni konu aldığı yazısında “Necip Fazıl entelektüel bir isyandır!” diyor. Çok güzel bir tespit.
Üstadı şairliğiyle, dava adamlığıyla ve birçok yönüyle uzun uzun anlatmak mümkün.
Cumhurbaşkanımız da konuşmasında Necip Fazıl’ın hayalleriyle AK Parti’nin hedeflerini örtüştürdü.
Bu da güzel…
Fakat Necip Fazıl Kısakürek bugün yaşasaydı acaba bir açıdan kendi yetiştirdiği neslin iktidarı için neler söyler ve neler yazardı?
Bu yazıya mihenk taşı olarak tespit ettiğim nokta tam da işte burasıdır.
Üstad yokluk ve baskı yıllarında ödeyeceği bedeli umursamadan ve bedelini de ödeyerek haykırmıştı davasını.
Biz bu anlamda yolun neresindeyiz? Üstadı örnek alıyor muyuz? Yoksa iktidar nimetlerinin sarhoşluğu içinde, “dava adamlığı”nı tescil ettirmiş bu büyüklerimizin ortaya koyduğu eserleri hamaset uğruna hunharca kullanıp tüketirken geleceğe örnek olarak sadece çok katlı rezidansları, AVM’leri, beton yığınına çevirdiğimiz İstanbul’u mu bırakıyoruz?
Haydaaa…
Bak yine iktidarı eleştirdim değil mi?
Üstad İstanbul’da bir tur atsa bu vahşi yapılaşma için ne derdi?
Medyaya bir göz atsa, yalakalıkla saldırganlık arasında birbirine tur bindiren köşe yazarları için ne derdi?
Başı deve hörgücü şeklinde rengarenk örtülerle kapalı, selfie çekmek için kırıtan, full makyajlı, alt tarafı “şişhane” tesettür için ne derdi?
İki yüze yakın üniversiteyi görüp heyecanlanırdı belki, fakat geldiğimiz sosyal ve ilmi kalkınma seviyesi için ne derdi?
Ehl-i Sünnet dendiği zaman zıplayan, ille de meal, ille de içtihat, illi de mezhepsizlik diye tutturan sözde din adamlarına ve bu din adamlarının okşanmasına ne derdi?
Hayır, bunları AK Parti’yi veya Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirmek için değil…
Onca başarıya rağmen, ya kendi elimizle berbat ettiğimiz veya düzeltmeye henüz fırsat bulamadığımız meselelere dikkat çekmek için söylüyorum.
Benim eleştirmeye ve söylemeye hakkım var çünkü ilk adımından itibaren bugüne kadar hem AK Parti’yi ve hem Recep Tayyip Erdoğan’ı bir seçmen olarak da yazar olarak da destekledim, takdir ettim. Fakat çözülmesi gecikmiş veya artık tehlike haline gelmekte olan meselelere ses çıkarmamak düpedüz ihanettir.
“Entelektüel isyan” bu duruma seyirci kalamaz.
Üstad kalmazdı.
Sandık konunca ortaya, gider oyunu benim yaptığım gibi AK Parti’ye ve kendisini toplantılarda takdim eden Recep Tayyip Erdoğan’a verirdi ama sözünü de sakınmazdı.
Üç tane midesinden iktidara bağlı yalaka “davaya ihanet ediyor” yollu propaganda yapacak diye ne dilini tutardı ne kalemini…
Bu eleştiri ve ikazlardan hem Cumhurbaşkanımızın hem de gerçek dava adamlarının rahatsız olacağına ihtimal bile vermiyorum.
Çünkü Erdoğan, gidilmesi gereken yolda her şeye rağmen gitmeye devam ediyor ve kendisine yetişemeyenlerin eksik ve ayıplarını da tolere etmek için ayrıca gayret sarf ediyor.
Bu gayreti görmesek ve inanmasak, “aleyhte” yazı yazmanın kolaycılığı ve itibarı ne güne duruyor. İş olsun muhalefet olsun mantığıyla her gün üç tane okkalı makaleye konu olacak malzeme var ortalıkta…
Fakat ülkemiz ve milletimiz adına derdimiz bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek…
Dolayısıyla adına ödül verilen Necip Fazıl Kısakürek gibi kanaat önderlerinden bugün mahrum bulunduğumuzu itiraf etmemiz gerekiyor.
Üstad olmak için, bedel ödemekten korkmamak, gerekirse konforu reddetmek ve cesur olmak lazım…