Birkaç zamandır kendine "sanatçı" diyen, isminin önüne aldığı bu sıfatı sadece muhalif olmakla pekiştiren şahısları yazıyorum.

Yazmaya da devam edeceğim. Zira konu önemli. Hem de çok önemli.

Hülya Koçyiğit ve Ajda Pekkan, Erdoğan’a saygı duyduklarını belirtince adeta çıldırdılar. Çıldırmalarının temelinde bulundukları mahallenin faşizmden ne kadar beslendiği de yatmıyor değil. Bilim adamı Ercüment Ovalı’nın ayakta alkışlanacak sözlerini ise Gezi’nin bazı müdavimleri donuk bakışlarla seyretti. Şaşakaldılar. Ovalı aldığı ödülü şehitlere adayınca hazmedemediler, oysa Gezi’nin o “Y kuşağı” çocuklarına adasaydı böyle mi olurdu?

Şimdi de Ayşen Gruda meydana çıktı. Hani şu 8 bin 500 kişiyle flört ettiğini söyleyen hanımefendi. Hani şu “PKK’lılara iknaya koşa koşa gitmek istediğini” belirten ama şehitlerimizle ilgili tek bir yorumda bulunmayan şahıs. Sözüm ona Koçyiğit’e cevap vermiş, şöyle demiş:

“Sevgili Hülya, daha ne yapsınlar pardon, kamçıyla mı dövsünler bizi? Hülya Hanım bu hülyalardan bir an evvel uyansın. Kendisine teşekkür ederiz bu pek engin düşüncelerini bizimle paylaştığı için. Ama bunları lütfen kendine saklasın. Çok seveni var, eski bir sanatçı. Bu laflar hiç hoş değil. Benim çok tuhafıma gitti.”

Tuhafına giden sözler, Koçyiğit’in “Türkiye fazla özgür” demesinden kaynaklı. Neymiş efendim, daha ne yapsınlarmış, bizi kamçıyla mı dövsünlermiş? 8 bin 500 kişiyle flört yaptığını söyleyen birisinin nerelerde ve ne zaman özgürlüğünün kısıtlandığını bilemiyoruz tabi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret etmenin serbest olduğu bir ülkede, Koçyiğit’in ve Pekkan’a hakaret etmeyenlerin dışlandığı dönemleri yaşıyoruz. Fikre fikirle cevap veremeyenlerin küfür yoluna başvurduğu bir de bu yetmiyormuş gibi “hadi sen niye küfür etmiyorsun” diye mahalle baskısının yaşandığı zaman dilimi burası.

Kamçıyla mı döveceklermiş?… Peki Ayşen Hanım, özgürlük kıstasınız nedir bilemiyorum ama PKK/PYD tarafından kahraman askerlerimiz şehit olurken terör örgütlerine hoşgörüyle yaklaşanları nereye koyacağız? Bu hoşgörülüklerinin karşısında herhangi bir yaptırım olmamasını nasıl açıklayacağız? Sizin özgürlük anlayışınızda, sizin böyle lafları özgür bir ortamda söylemeniz için Afrin’de şehit olan askerlerimize hiç mi teşekkür ya da minnet borcunuz yok? Bunda da mı özgürlüğünüz kısıtlanıyor.

HATA BİZİM

Bu durumda bizim de hatamız var. Necip Fazıl’ın üzerine bir şair koyamayınca, gelen şairleri de dışlayınca bu tarz görüntülerle karşılaşmak işten bile değil. Cemil Meriç’in üstüne bir tane daha Cemil Meriç çıkaramayınca meydan böylelerine kalıyor işte. Artık o sanatçı kılıklılara laf söylemeyi bırakıp buna kafa yormamız gereken bir dönemdeyiz. Çünkü öyle bir medya güçleri var ki iktidara muhalif sayılanın etiketi en “hasından” sanatçı oluveriyor. PR çalışmasına ise hiç girmiyorum, amiral gemisi medyalarıyla bu sanatçı kılıklıların filmleri, dizileri, müzikleri birinci sırayı zorluyor.

ERDOĞAN DEMİŞTİ

Ne yazık ki kültür devrimini gerçekleştiremedik. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan da ifade etmişti. II. Abdülhamid Han anması Erdoğan’ın katıldığı bir programla gerçekleşti. Ulu Hakan, Erdoğan döneminde bu topluma anlatılmaya başlandı. Peki ya tarih kitapları? II. Abdülhamid’le ilgili tek bir cümle yok. Olsaydı da zaten bu eğitim sisteminde mutlaka kötülenen ifadeler olurdu. Peki ne yapmamız lazım? Asıl oturup bunu düşünmeliyiz.

Ayşen Gruda’lar bitmez. Tuzunun kuruluğunu geçtim, “özgürlük yok” derken bile özgürce bunu söyleyebiliyorsa neyin derdinde onu bile izah edemez. Ama kendini milletten üstün görenlerin, sanatçı diye sayıldığı bir ortamın yok olması gerek. Sanatçı milletin üzerinde değildir, bilakis milletle birlikte yürüyendir. Bunu sağlamak için daha ne kadar zaman geçmesi gerekiyor?

Kendini anlatmanın modası geçmedi mi?

Birtakım köşe yazarlarına bakıyorum, kendilerini anlata anlata bitiremiyorlar. Hele de en steril alan, “ben şöyle düşünüyorum ama böyle düşünenin de hakkını savunuyorum” kategorisi. Eee, yani?

Köşe yazarlık bir meslek mi değil mi bence tartışılmaya açılmalı. Sonuçta o köşeler vatandaşı doğru bilgilendirmek için yapılıyor. Sakın yanlış anlaşılmasın, köşe yazarı objektif falan olsun demiyorum, olmasın da, zaten “objektifim” diyen büyük yalancıdır. Çünkü herkesin bir tarafı var. Ama tarafı olmak demek, doğruyu ya da hakkaniyeti söylememek değildir.

Aynı şekilde ekranlara bakıyorum, orda da “bunu daha önce de ifade etmiştik/m” tarzından sözler söyleniyor. Neyi kanıtlamaya çalışıyorlar, inanın bilmiyorum. Bu noktada bir özeleştiri getirecek olursak bazen açıkçası üst perdeden siyaset konuştuğumuzu düşünenlerdenim. Ama asıl siyaset pazarda, markette, çarşıda oluyor. Vatandaş için domatesin kilosunun iki hafta üst üste aynı kalması önemli mesela. Bunu bilmeyen köşe yazarı, şöyle düşünüyorum, böyle biliyorum dese ne olur, demese ne olur?

Bu haftanın favori Spotify şarkılarım

· Yüzyüzeyken Konuşuruz – Dinle Beni Bi’

· Rhys Lewis – Bad Timing

· Brett Dennen – Let’s

· Bon Jovi – This House Is Not For Sale

· İlyas Yalçıntaş – Yağmur