Çağdaş ve modern düşünceli erkek söz konusu kadın olduğunda ne yazık ki geri kalmışlığının önüne geçemiyor.
1934 yılında kadına seçme ve seçilme hakkı öyle bilindiği gibi hop al sana haklar denilip verilmedi. Türk kadınının haklı mücadelesiyle o haklar tabiri caizse söke söke alındı; bilmediğimiz duymadığımız üstü kapalı ne kadın kahramanlarımız var...
Adını çok geç duydum ve öğrendim. Bu da benim eksiğim ve benim ayıbım olsun! O halde benim gibi bilmeyen duymayanlar için paylaşalım:
Adı Nezihe. Soyadı Muhiddin!
Unutulmuş, belki de unutturulmuş bir kadın öncü, Osmanlı Feminizminin öncüsü. Nezihe Muhiddin.
1889 yılında İstanbul, Kandilli ’de doğar. Ali Şevket Paşa’nın kızı Zehra Hanım ile savcı Muhiddin Bey’in kızıdır. Eğitim hayatı ilkin Kandilli mahalle mektebinde başlamış, sonrasında evde devam etmiştir. Farsça, Arapça, Fransızca ve Almancayı çok iyi öğrenmiş. Henüz sekiz yaşındayken, annesiyle birlikte kadınların kurdukları hayır derneklerinin çalışmalarında bulunmuş. Çocukluğu Abdülhamid’in baskı dönemine rastladığından “hürriyet âşığı” olarak yetişmiş.
Nezihe Muhiddin, Osmanlı feminizminin öncü kişiliklerinden biri olarak Şair Nigâr, Fatma Aliye ve Halide Edip’in de içinde yer aldığı büyük kadınlar kuşağının son üyesi. Ona göre memleketin yükselmesi için en önemli koşul kadınların yükselmesi. Burada kadının yükselmesi demek onun erkeğe benzemesi değil, aradaki farkların iyileşmesi demek. “Tabiat olarak kadın ve erkek farklıdır ve kadın öncelikle annedir” diyen Nezihe Muhiddin, yurttaşlık haklarında eşitlik ister.
Elini attığı her işte olduğu gibi toplum yararına yaptığı çalışmalarda da oldukça verimli ve etkin çalışmıştır. Yetimlere ve muhtaç kadınlara yardım amacıyla kurulan Osmanlı-Türk Hanımları Esirgeme Derneği’nin ve Donanma Cemiyeti’nin kurucusudur.
Kadınların durumunun yalnızca toplumsal alanda desteklenerek iyileşeceğine inanmadığı için siyasi alana da el atma ihtiyacı duyar. Kadınların seçme ve seçilme hakkı gibi siyasal hakları konusunda mücadele etmek üzere 16 Haziran 1923 yılında Cumhuriyet Halk Fırkasından önce, Cumhuriyet rejiminin ilk fırkası olan Kadınlar Halk Fırkasını kurar ve 27 maddelik bir parti nizamnamesi ve programı yayımlanır. Fırkanın amacı, kadınların siyasi ve sosyal haklarını kazanmak, Meclis’te bu hakları savunmak ve kadınlığın statüsünü yükseltmektir. İçişleri Bakanlığı tam sekiz ay süren sessizlik döneminden sonra, ‘kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı’ için fırkanın kuruluşuna izin vermediğini tebliğ eder. Nezihe Muhiddin ve arkadaşları yılmayıp, ‘taşkın’ maddeleri değiştirerek 7 Şubat 1924’te Türk Kadınlar Birliği (TKB) adlı örgütü kurar. Nitekim dernek kimsesiz çocuklara, fakir kadınlara yardım etmek, onlara aş ve iş sağlamak, yerli malını özendirmek gibi ‘hayırseverlik’ işleriyle uğraşır.
Nezihe Muhiddin amacına ilerlerken istediğini alabilmek amacıyla otoriteyle ters düşmemeye dikkat etmiş ancak nafile. Cumhuriyet gazetesi, “Türkiye’nin hayatında çok mühim meselelerin mevcut olduğu bir zamanda hanımlarımızın mebusluk propagandası veya reklamı ile meşgul olmaları pek ciddiyetsiz” diye yazar fakat Nezihe Muhiddin pes etmez. Bu sefer Kadın Yolu Dergisi’ni çıkarmaya başlar. İlk yazısı kadınlara siyasi haklar tanınması üzerinedir.
Türk Kadınlar Birliği’nin siyasi haklar mücadelesi, Nezihe Muhiddin hakkında, birliğin 500 lirasını kişisel amaçlarla harcadığı gerekçesiyle soruşturma açılması ve birlik yöneticiliğinden istifa ettirilmesiyle sona erdirilir. Yunus Nadi, olayı “Oh diyoruz, aman kurtulduk! Artık her gün kusma eğilimi içinde bunalmaktan kurtulduk!” diye değerlendirir.
1927 ile 1929 yılları arasında Nezihe Hanım hakkında birçok dava açılır. Davaların hiçbirini kazanamaz; 1929 yılına kadar süren davalardan ancak afla kurtulabilir. 1930’da Suat Derviş ile birlikte parti programında kadınlara oy hakkı tanıyan Serbest Cumhuriyet Fırkasına katılır; o yıl kadınlar ilk defa belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına sahip olurlar. Her iki yazar da bu vesileyle adaylıklarını koyar; ancak ne parti ne de adaylar başarılı olur. Bu ne yazık ki Muhiddin’in son siyasi hareketidir. Yaşadığı süreç kendisini insan içine çıkamayacak duruma getirmiştir; köşesine çekilerek kendini roman yazmaya ve öğretmenliğe verir.
1931 yılında, Osmanlı kadın hareketini Cumhuriyet dönemine kadar anlatan, Türkiyeli kadın hareketi için günümüzde önemli bir kaynak olan “Türk Kadını” adlı yapıtını yayınlar. Muhiddin, 1930’lardan sonra yaşamını küskün ve hayal kırıklığına uğramış bir şekilde geçirir. Romanlarının çoğunu bu dönemde yazar. 10 Şubat 1958 yılında, yalnız bir halde bir ruh hastalıkları hastanesinde ölür ve ne yazık ki mezarı bilinmemektedir.
Bu kısa tarihçe bize gösteriyor ki, resmi ideolojinin iddia ettiği gibi 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması kadınlara bir ‘armağan’ değildi. Tarihe şöyle bir baktığımızda, güç odakları tarafından herhangi bir alanda rakip olarak görülen ve el çektirilmek istenen kişilere yönelik sindirme operasyonları hiç şüphesiz ki ‘itibarsızlaştırma’ çabası ve ‘yolsuzluk’ davaları üzerinden yapılır.
Ben diyeyim ne kadınlar vardı, siz deyin zaten…