Tam 21 yıl olmuş. Zaman nasıl çabuk geçiyor. Benim hafızamda en "Rahat" izlediğim iş olarak kalmış. "Nasıl yani, rahat ne demek" derseniz anlatayım.
Tam 21 yıl olmuş. Zaman nasıl çabuk geçiyor. Benim hafızamda en “Rahat” izlediğim iş olarak kalmış. “Nasıl yani, rahat ne demek” derseniz anlatayım.
O zaman ben yeni çıkmış olan Yeni Yüzyıl Gazetesi’nde muhabir olarak çalışıyordum. Cep telefonları da yeni çıkmıştı. Müthiş bir iletişim rahatlığı vardı.
Kardak konusunda bildiğiniz savaş öncesi gerginliği vardı. Yunanlar adaya çıktı bayrak astı, kıyamet koptu. Ve tabii Türk basını da tam kadro Bodrum sahillerindeydi. Olağanüstü güzel bir hava vardı diye hatırlıyorum. Kış ayı olmasına rağmen güneş pırıl pırıldı.
Kardak kayalıkları aslında yakın sayılırdı ama öyle sahilden görünebilecek yakınlıkta değil. Sahilde durduğunuzda hiçbir şey görünmüyordu yani.
Ama biz yaklaşık 30 muhabir oradaydık işte. (İsimlerini saysam şaşırırsınız. Şimdi hepsi ünlü mü ünlü.) Ne göreceksek? Neyse indik ve Bodrum’da otellere yerleştik. Kardak’a en yakın yer Turgut Reis. Bir de o zamanki halini düşünün. Her şey daha az beton ve çevre çok daha temizdi. Eh muhabirlik yapacağız ama ortalıkta muhabirlik yapacak bir olay yok. Olay denizin ortasında, göremiyoruz bile.
Bu sırada bir gazetemiz ve gazetemizin mümtaz şahsiyetleri bir karar almışlar. İddialarına göre Kardak’ı kendileri işgal edecekler. İşgal deyince silahlı değil. Ama adaya çıkıp bayrak asacaklar. Haberler şu şekilde, “Ekibimiz ellerinde Türk bayrağı Kardak’a gidiyor.” Veya “Ekibimiz helikopterle Kardak’a uçtu.” Sonunda Kardak’a “Türk bayrağını astık.” Aslında bir bakıma doğruydu. Ekip oraya doğru gitmişti. Üstelik Türk bayrağı da asmıştı. Ama astıkları ada Kardak değil bir başkasıydı. Bu ortaya çıkınca biraz kıvırdılar falan. Ama kaynadı gitti. Herhalde hala o gazetemiz bu haberlerle anılmaktan mutlu değildir.
Bu sırada biz sahilde beklemeye devam ediyoruz. Denizde kızılca kıyamet kopuyor. Türkiye ve Yunanistan savaşa girecek neredeyse. Ankara, dış politika, savunma muhabirlerinin bilgi bulacağım diye canı çıkıyor. Biz ise sahilde oturuyoruz. “Burada hiçbir şey yok. Varsa bile biz göremiyoruz” diyecek halimiz de yok.
Çaresiz havadan geçen savaş uçaklarını takip etmeye başladık. Aslında uçakların da seçilmesi çok zor. Birincisi çok ufak görünüyorlar, ikincisi çok hızlılar ve üçüncü olarak en önemlisi, hangisinin Türk, hangisinin Yunan uçağı olduğunu anlamamız mümkün değil. Kimse de bize bir şey anlatmıyor.
Tabii bir süre sonra bu gözlemler senaryolara dönüverdi. Kimi dostlarımız (Ki burada muhabirler oluyor) haber geçmek zorunda oldukları için senaryolar döşemeye başladılar. “İt dalaşları” mı çıkarmadılar, “tehlikeli yakınlaşmalar” mı yaşatmadılar. Hepsi Turgut Reis sahilinde oldu.
Dedim ya 30 gazeteci Turgut Reis’de bir sahilde duruyor. Böyle deyince tam anlayamacağınız için biraz daha açayım. 30 kişi Turgut Reis sahilinde bir balıkçı lokantasında oturuyor. Herkes meşrebine göre bir şeyler yiyip güneşleniyor, havaya ve denize doğru bakıyor. Durum bu. (Ahtapot salatasının tadı hala damağımda)
30 tane İstanbullu gazeteci bir arada olunca akşamlar da keyifli geçiyor. Bu kadro akşamları başka bir mekanda bir araya gelip yemek yemeye devam ediyor. Kavgalar çıkıyor, karakolluk olunuyor. Ama hayat devam ediyor.
Nasılsa haber atlatmak diye bir şey yok. Çünkü gördüğümüz bir şey yok. Olsa olsa herkes bir hikaye anlatıyor işte. Ama kimimizin gazetesi bu hikayeyi büyük kullanıyor, kimisinin ki ufak. Geyikler hep bunun üstüne.
Böylece günler geçirdik. Hepimiz atıyorum, aşçı olsak yemek yapacağız. Ama gazeteci olduğumuz için haber ayağımıza geldi. Baktılar ki madem bu kadar gazeteci var, bari adaya çıkartmayı buradan yapalım dediler. SAT komandoları Bodrum sahillerinden botlara bindi ve Kardak’ın yanındaki adada konuşlandı. İşte sonunda aradığımız haberi bulmuştuk. Neyse ki bu operasyondan sonra iş daha da uzamadı. Kriz başladığı gibi bitti.
Şimdi “Acısını” yeni muhabirler çeksin.