"Muhabbetin Kapısı: Aile" başlıklı konferansımıza başlarken salonun dolmaması dikkatimizi çekti.

“Muhabbetin Kapısı: Aile” başlıklı konferansımıza başlarken salonun dolmaması dikkatimizi çekti. Oysaki oturduğumuz sitenin organizasyonu ile düzenlenen konferans için Site Başkanı, iş insanı Mahmut Küçükdoğan ağabey ekibiyle bir ay öncesinden yoğun bir hazırlık yapmışlardı. Konferans, elektronik ortamda, bina girişlerinde ve billboardlarda duyurulmuştu. Bir cumartesi akşamını muhabbetin kapısına ayıranlarla derin bir sohbetin hazzını yaşadık. Ancak binlerce kişinin oturduğu sitede dört yüz kişilik salonun dolmamasının hüznünü de hissettik.

“Bu salon ne zaman doluyor” diye sorduğumuzda aldığımız, “ünlüler geldiğinde” cevabı, aslında muhabbetin kapısının neden değiştiğini haykırıyordu. Zaten tam da bunu anlatmak, bu yaraya parmak basmak istiyorduk. Muhabbetin kaynağı hızla yer değiştiriyor. İnsanlar “ün”ün ve “ünlü”nün peşinde koşmaktan kendilerini unutuyor. Ünlü ile hem dem olmaktan kendilerinden uzaklaşıyor. Bilinenin ve beğenilenin yanında yer alarak bilinmek istediklerinden bir türlü kendileri olamıyorlar.

Hayata tutunmanın gerektirdiği var olma sevincini, öz değerleri ve çabası ile değil başkasının ünü üzerinden devşirme arayışı çağımızın bir hastalığı. Kişisel yaşamdan, aile, iş dünyası ve devlet yönetimine kadar tüm insan ilişkilerini gölgeleyen bir hastalık. Kendi muhabbet kaynağımızı elimizin tersiyle kenara itip başkasının sanal beğenileriyle var olma arayışıdır bu. Oysaki başkasının hayaliyle kendi gerçeğimize ulaşamayız.

Sanal dünyanın sunduğu imkanlarla her birimiz, kendi bireyselliğinin tavanlarına doğru yol alırken aslında sosyal olmaktan, insan insana olmaktan, gerçek muhabbetin kaynağı olan aile ilişkilerinden uzaklaşıyoruz. Sosyal medya atına bindikçe farkında olmadan sosyal olmaktan uzaklaşıyoruz. Suretlerin beğenilerine odaklandıkça özümüz ve gerçeğimizden oluyoruz.

BAŞKASININ “ÜN”ÜYLE VAR OLMAK

Hâlbuki derin bir duygusal durumu ifade eden gerçek muhabbet, kendimiz olmayı başarmakla mümkündür. Yani başkasının ünüyle değil kendi gerçeğimizle var olmak, kendi derinliğimizi keşfetmek bize muhabbetin kapılarını açacaktır. Çünkü kendi gerçeğimizi başkası üzerinden öğrenemeyiz.

Âlemle barışık bir insan olmanın anahtarı olarak muhabbete ihtiyacımız var. Çünkü muhabbet, bizi herhangi bir canlının ötesinde insan kılan merhameti doğurur. Gönlüne muhabbet giren kişi, merhametli olur, kendini bilir ve zarar vermez. Bir duygu olarak muhabbetin yeşermesinde ailenin belirleyici rolü olduğu bir gerçek.

Bundan dolayıdır ki bireyi tüketim bataklığına sürükleyen yeni dünya düzeni aileyi hedef almıştır. Zira aile; kişilik gelişiminin gerçek mecrasında oluşmasını ve bireyin beden ve ruh bütünlüğü ile yetişmesini sağlayan yegâne ortamdır. Birey; kendi ailesinin temel kültürü, dinamikleri, gelenekleri ve değerleriyle birlikte yetişmediğinde kendini bilme ve anlama yolculuğunda eksik kalır.

Ailenin iyileştirici, korumacı ve geliştirici özelliği ile bireyin kişiliği kendi gerçekleri üzerine inşa olur. Aksi halde birey kendi öz değerleri dışındaki bir yerde varlık mücadelesi verir. Kendi değerlerinden uzaklaşan birey aslında gerçek muhabbetten de uzaklaşır.

Gerçek muhabbet ifadesinden insan ilişkilerinde amasız, fakatsız, bir duruşun sergilenmesi ve maddi varlıkların yanında manevi varlıkların da hayatımızda korunmasını anlıyoruz. Gece kadar gün ile dağ kadar ova ile kısacası hayat kadar ölüm ile de arkadaş olmaktan söz ediyoruz. Yani gerçek muhabbet, kendi hayatımızın gerçeklerine inmeyi gerektirir ki bunun yolu aileden geçer.

BİREYİN, TOPLUMUN VE DEVLETİN KALESİ AİLEDİR

Günümüzde ailenin bu koruyucu kalkanı zayıfladığı için insanlar giderek içgüdülerinin emrine giren davranışlar sergiliyor, gönüllerinde ötekine ayırdıkları yer daralıyor, ruh dünyaları zayıflıyor. Haz ve hız çağının olumsuz etkilerinden korunmanın asıl yolu ailenin koruyucu kalkanına sığınmakken insanlar, yoga, meditasyon, psikoterapi, rehberlik gibi çeşitli yöntemlere baş vuruyorlar.

Psikolojik desteklerin yaşamımıza katkıları vardır ama asıl psikolojik desteğin aileden geldiği unutulmamalıdır. Çünkü aile, sadece aklın değil esas eksiğimiz olan ahlakın ve iradenin şekillendiği yerdir. Aile; bireysel ve toplumsal değerlerin kaynağı, birliğin, beraberliğin ve devlet olma bilincinin ilk kalesidir. Aile; günümüz insanının en acıklı yönelimlerinden olan bireyselleşme ve yalnızlığın panzehri, öfke kontrolünün kaynağıdır. Hasılı her tarafımızı saran maddi ilişki ağının ötesinde bizi mana ile buluşturan, anlamın ufuklarında dolaştıran, değerlerin güzelliği ile coşturan en önemli güçtür aile.

Ortak alanların çoğaldığı, ortak etkileşim ve iletişimin gelişip canlı tutulduğu, bireylere ait parsellenmiş alanların olmadığı, ortak değer paylaşımının yaşandığı, maddi birlikteliğin yanında mana birlikteliğinin de davranışa dönüştüğü, evin bir otel gibi kullanılmadığı bir aileden söz ediyoruz. Dumanı tüten bir yuva sıcaklığının hâkim olduğu, insanların birbirleriyle ilgilendiği, birbirine bağlı ve duyarlı olduğu bir aile.

Unutulmamalıdır ki muhabbet kapısı olmayı başaran bir aile; zevke düşkünlük, bencillik, yalnızlık, umutsuzluk ve mutsuzluk gibi günümüzün belası konumundaki yönelimlerden bireyi korur. Özellikle güçlü bir annenin, anaç rolüyle birliği sağladığı, anne-baba arasındaki iletişimin kaliteli olduğu aile, bir çekim merkezi olacak ve muhabbet eksik olmayacaktır. Böylece aile üyeleri arasındaki muhabbet, bir davranış olarak merhameti doğuracak ve ilahi muhabbetin yolunu açacaktır.