Eskiden bir erkek, evlenmek istediği kızı râzı etmek için "Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacağım" diye bir vaatte bulunurdu.
Başta gelişim psikologları olmak üzere sosyal bilimcilerinin çoğunun hemfikir olduğu bir konu vardır. “Ergenlik”, modern dönemin ortaya çıkardığı bir yaş aralığıdır. Modernlik öncesi zamanlarda, çocukluktan yetişkinliğe geçilirdi. Bir kız çocuk ya da bir erkek çocuk, buluğ yaşına erince yetişkin sayılırdı. Ev kurmak, evi yönetmek, tarla ve bahçe ekmek, hayvanları beslemek gibi o hayat tarzının gereken bütün becerilerini neredeyse yürümeye başladığı yıllarda öğrenmeye başlardı. Kırsal yörelerde on yaşındaki bir erkek çocuğu, yüzlerce koyunluk sürüyü, okuma-yazma bilmese bile, eksiksiz hâlde otlatmaya götürür ve getirirdi. Aynı yaşlarda bir kız çocuğu, evi çekip çevirirdi. Bunları öğrenirken de gerçek bir eğitim-öğretim sürecinden geçerdi. Bu öğrendiklerini zamânı gelince kendi evinde ve kendi âilesi için de yapardı.
Ama artık işler böyle yürümüyor. İnsanın eli ayağı topraktan uzaklaşalı çok oldu. İnsanlık târihinde çok kısa bir süreye karşılık gelse de geçirilen süreçler arasında en çok etki bırakan sürecin içindeyiz. Modernliğin götürdükleri getirdiklerinden daha çok oldu ve oluyor. Daha rahat(!) bir hayat için, kirli bir dünyâda, tahrip edilmiş doğada, telâfisi mümkün olmayan kayıplar içinde yaşıyoruz.
İçimizdeki çocuk bu değil!
Eskiden bir erkek, evlenmek istediği kızı râzı etmek için “Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacağım” diye bir vaatte bulunurdu. Bu o kızın, evlenince rahat edeceği anlamına geliyordu. Bu vaat, eşler arasında mutluluğa ve huzura ne katkı verdi, bilmiyorum ama önce eşler arasındaki iletişim bozuldu. Sonra da çocuklar bir türlü büyüyemez oldu. Dışı “koca adam” veya “koca kadın” olanların, içlerinde büyümeyen çocuk taşıdıklarını görüyoruz. Ama çocuklar, psikologların ve psikolojik danışmanların öldürmememizi tavsiye ettiği “içimizde çocuk” değil.
Bu çocuk, hayâta hazırlanamayan bir çocuk. Bu çocuk, gak deyince su, guk deyince ekmek verilen bir çocuk. Her şeyin önüne hazır geldiği bu çocuklar, fizîken büyüyünce nobran, kıro, maganda oluyor. Oysaki içimizdeki çocuk, duygusallığını, hislerini, etrafına hassaslığını kaybetmeyen, araştıran, soran, öğrenmek için emek harcayan, kendi işini kendi yapmak isteyen ve gerekirse ağlamamak için kendini zorlamayan çocuktu. Artık içimizdeki çocuk, büyü(ye)meyen çocuktur.
Bu çocukların oluşturduğu toplum, 89. dakikada gol yiyen bir futbol takımına benziyor. Halbuki o golü, hatta golleri daha önceki dakikalarda, ilk devrede yemiş olsaydı, (futbol tâbiriyle) “o golü çıkarmak” için zamânı ve fırsatı olacaktı. (Yine futbol tâbiriyle) “süper geri dönüş” yaşanan maçlar gibi, erken dönemde yaşanan olumsuzlukların telâfi edilmeleri daha sonra “başarı hikâyesi” olarak kitaplaşabilirdi. Her insan, kendi başarı hikâyesinin yazarı olmaya aday olabilecekken, büyümesine izin verilmeyen çocuklar, “acıların çocuğu” olmaktadır. Kitapçıların raflarını “süsleyen” başarı hikâyeleri de züğürt tesellisi olsun diye “mostralık” olmaktan ileri gidememektedir.
Helikopter sosyal medya
“Helikopter” tâbiri, “helikopter ebeveyn”den yaptığım bir alıntıdır. Çocuğun tepesinde helikopter gibi dönüp duran anne-babalar için kullanılan bu tâbir, çocukların gelişindeki olumsuzlar sıralamasının başında gelir. Ama durum artık katmerlenmiştir. Bir çocuğun her ihtiyâcını “hizmetçi” gibi yerine getiren ebeveynler yetmezmiş gibi, bir de sosyal medya çıktı. Her şey ona soruluyor, her şey onda aranıyor, her şey için ona başvuruluyor. Büyümeyen çocukların oluşturduğu toplum, yol yürürken cep telefonu ile meşgul olduğu için elektrik direğine çarpanların bin bir örneği ile dolu. Fizikî olarak direğe çarpmak pek hasar verici olmayabilir. Ama bu büyümeyen çocuklar, meslek hayatlarında, özel hayatların çok tehlikeli yerlere çarpmaktadırlar.
Bu çarpışma, modernlik öncesi dönemlerdeki gibi, anne-babanın veya abi-ablanın gözetiminde olmadığı için, çok ağır yaşanmaktadır. Üniversite okumayı mârifet zannedip, elindeki diplomayı “iş garantisi” olarak gören ve yapsa yapsa sâdece “diplomalı işsiz” olma rahatsızlığını dile getiren bu büyümeyen çocuklar, esas dile getirmeleri gereken rahatsızlıklarının farkında bile değillerdir. Gün içinde yaşayabileceği en büyük sorun olarak şarjının bitmesi veya internetinin kesilmesi olarak gören bu büyümeyen çocuklar, değil yedikleri golün dakikasını bilmek, zorlu bir maç oynadıklarının bile farkında değildir.
Devir, musîbet devir
Eskiler “bir musibet, bin nasihattan evlâdır” deyip bizzat yaşanan olumsuzlukların değerine vurgu yapmışlardır. Bu musîbetin mümkün olduğu kadar erken yaşlarda yaşanması için de birçok kültürde “yetişkinlik ritüelleri” düzenlenmekteydi. Bu ritüellerde başarılı olanlar, içinde yaşadıkları toplumun güvencesi hâline gelirdi. Artık modernitenin getirdiği ve sâdece “turizm” adlı hastalığın malzemesi olan bu ritüeller, insanlığın kaybettiği en önemli rehberlerden biriydi.
Bu ritüeller, 89. dakika gol yemek bir yana, golün değil ilk dakikalarda antremanda yenmesini öğreten toplumsal pratiklerdi. Bu pratikleri sınırsız internetin getirdiği sosyal medyada yaşamak mümkün değildir. İşin acı tarafı, 89. dakikada gol yenen maçın ne uzatması ne de rövanşı yoktur.