Türkiye geçtiğimiz hafta doksanlı yıllarda üç kez başbakanlık yapmış olan Mesut Yılmaz'ı son yolculuğuna uğurladı.
Türkiye geçtiğimiz hafta doksanlı yıllarda üç kez başbakanlık yapmış olan Mesut Yılmaz'ı son yolculuğuna uğurladı. Mesut Bey'e Allah'tan rahmet, tüm ailesine, ulusumuza başsağlığı diliyorum. Mesut Yılmaz’ın bir siyaset adamı olarak yapıp etmeleri bu yazının konusu olmayacak. Bu yazıda, “modernleşme sürecinde Osmanlı’da ortaya çıkan düşünce akımları bağlamında Mesut Yılmaz’ı nerede konumlandırabiliriz?” sorusuna yanıt aramaya çalışacağım. Söz konusu soruya yanıt ararken anahtar kelimenin “Avrupa Birliği” olduğunu söyleyebilirim. Yılmaz'ın en önemli hedefi Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmasıydı. Bir ülkenin Avrupa Birliği’ne üye olabilmesinin koşullarından biri “Kopenhag Kriterleri”dir. Söz konusu kriterlere göre aday ülkeler;
• Demokrasiyi,
• Hukukun üstünlüğünü,
• İnsan Haklarını,
• Azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunmasını,
• İşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını ve Avrupa Birliği içinde piyasa güçleri ve rekabetçi baskı ile baş edebilecek kapasiteyi olanaklı kılan kurumların istikrarını sağlamış olmalıdır.
Kopenhag Kriterleri’nde işaret edilen ve Batı siyasal düşünce geleneğinde yüzlerce yıldır tartışılan demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve liberalizm kavramları modernleşme sürecinin başlamasıyla bizim gündemimize de girmiştir. Türk modernleşmesinin ana fikir akımlarının Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük olduğunu söyleyebiliriz. Bana göre, söz konusu akımlar içinde Mesut Yılmaz, Batıcılar arasında yer alır. Peki, Batıcılık neyi ifade etmektedir ve bu akımın temsilcileri kimlerdir? Çağdaşlaşma, modernleşme vb. kavramlarla da ifade edilen Batıcılık, Batıyı örnek almamız gerektiğini savunanların yaklaşımını adlandırmak için kullanılmıştır. Bu görüşü savunanlar Osmanlı’nın tek kurtuluş yolunun Batılılaşmak olduğunu düşündüler. Batıcılar, Batının özellikle askeri, siyasi, hukuki, eğitim ve bazı kültür kurumlarını aktarma yoluna gitmişler ve laikliği savunmuşlardır. Batıcıların geleneksel toplumsal kurumların, Batılı anlamda değişimini olanaklı kılmak için sekülerleşmek gerektiğini savunduklarını da söyleyebiliriz. Abdullah Cevdet, söz konusu akımın öne çıkan düşünce insanları arasında yer alır ve Osmanlı’nın tamamıyla Batılılaşması gerektiğini savunur. Tamamıyla Batılılaşmayı savunan Abdullah Cevdet’in yanında, “Ilımlı Batıcı” olarak görülen Celal Nuri ve bir pozitivist olan Ahmet Rıza da Batıcı düşünce akımının taraftarları arasında yer alırlar. Ahmet Rıza aynı zamanda, Fransız pozitivistlerin derneği “Societe des Positivistes”in ilkesi olan “Ordre et Progres”, diğer bir ifadeyle, “düzen ve ilerleme” ülküsünü, “birlik ve ilerleme”ye yani, “İttihat ve Terakki”ye dönüştürerek “İttihat ve Terakki Cemiyeti”nin isim babalığını yapan kişidir. Öte yanda, Mesut Yılmaz’ın işleyen bir piyasa ekonomisini de savunduğunu göz önünde bulundurursak liberal düşüncenin Osmanlı’daki temsilcileri olan Sakızlı Ohannes Paşa, Mehmet Cavit Bey ve Prens Sabahattin ile de liberal değerler bağlamında bir düşünce akrabalığı olduğunu ileri sürebiliriz. Sonuç olarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğini tamamıyla Batılılaşma olarak tanımlarsak eğer, Avrupa Birliği’ne tam üyeliği savunan Yılmaz’ı modernleşme sürecinde ortaya çıkan düşünce akımları içinde Batıcılar arasında konumlandırabileceğimiz sonucuna varabiliriz.