Gelelim esas konumuza. Her ülkenin olduğu gibi bizim ülkemizin de eleştirilecek birçok tarafı var.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medya üzerinden gençlere buluştu. Canlı yayınlanan buluşmanın odak konusu, gençlerin işsizlik sebebiyle yurt dışına gitmesiydi. Bu yayını Cüneyt Özdemir de kendi sosyal medya kanalında ele aldı. Bu yayının muhalefet adına başarılı bir strateji olduğunu iddia etti. Konuya girmeden önce şunu söylemek isterim ki, muhalefet “hiçbir şey yapmamasına rağmen”, özellikle yirmi yaş altı gençler tarafından başarılı bulunuyor. Böyle bir lüks, dünyânın hiçbir muhalefet partisine nasip olmaz.
Gelelim esas konumuza. Her ülkenin olduğu gibi bizim ülkemizin de eleştirilecek birçok tarafı var. Eksiği olmasa bile geliştirmek için eleştirmek gerekiyor. Üniversitedeki derslerimde öğrencilerime “fırsatınız olsa ülkede neyi değiştirirdiniz?” veya “düzeltmeye nereden başlardınız?” diye sorduğumda ekonomi, işsizlik, şiddet, yolsuzluk, eğitim gibi başlıkları dile getiriyorlar. İkinci soru olarak sorduğum “Nasıl?” sorusuna ise hiç cevapları olmuyor. Bu sorunların hepsi sâdece eleştirmiş olmak ve memnuniyetsizliği göstermek için konuşmaktan bizi daha ileri götürecek sorunlardır. Meseleye daha derinden, çok yönlü ve uzun vâdeli cevap veren henüz çıkmadı. 2000 yılından sonra doğanların oluşturduğu bir nesilden daha fazlasını beklemek hem haksızlık hem de fazla iyimserlik olur. Ama suç onlarda değil, onları üniversiteden önce on iki yıl boyunca bu hâle getiren eğitim sistemimizdir. İnşallah benim bu sorularıma sessiz kalanlar arasında beni haksız çıkartacaklar vardır.
Türkiye’yi beğenmemek
Eleştirmeyi sâdece olumsuz taraftan bakmak zannedenler maalesef ezici bir çoğunluk teşkil ediyor. Eleştirdiği soruna yapıcı bir çözüm sunmak da bu çoğunluğun pek de zahmet edeceği bir iş değil. Doğduğu, büyüdüğü ve okuduğu ülkeyi beğenmemek her zaman ve her ülkede karşılaşılabilecek bir durumdur. Ama son zamanlarda Türkiye’yi âdeta yangın yeri gibi görüp, canını kurtarmak için ormandaki yangından kaçan hayvanlar gibi, başka bir ülkeye gitmenin reklamını yapanlar bir hayli çoğaldı.
Öğrencilerime sorduğum diğer bir soru da yurt dışına gitmek isteyip istemedikleri oluyor. Yine çoğunluk gitmek istiyor ama bu cevâbı verenler arasında yurt dışına çıkanlar yok denecek kadar az. Çoğunluğunun henüz pasaportu bile yok. Ben de onlara cevap olarak ilk fırsatta bir hafta bile olsa yurt dışına çıkıp hayalleriyle gerçekleri bizzat kıyaslamalarını tavsiye ediyorum.
Türkiye’yi içeriden itibarsızlaştırma
Dünya ve Avrupa medyası Türkiye’yi üçüncü dünya ülkesi ve diktatörlükle yönetilen bir ülke olarak göstermek için yalan makinesi olarak çalışıyor. Türklere karşı bu olumsuz imaj yeni değil; Atilla’dan beri böyle gelmiş, böyle gidiyor. Onların gözünde hiçbir zaman itibar edilecek, örnek alınacak ve onlara rakip olabilecek bir ülke ve millet olmayacağız. Alfabelerini, kanunlarını, kılık-kıyâfetlerini, eğitim sistemlerini almış olmamız bize onların gözündeki imajımızı değiştirmedi. Dinlerini alsak bile değiştirmeyecek.
Ama itibarsızlaştırmanın daha tehlikelisi içeride yapılıyor. Bu, daha tehlikelidir çünkü “bizden” gözükenler bizi vurmaktadır. Bu iki yüzlülük, bâzı siyâsetçiler tarafından yapılabilir. Ama bunu sıradan insanlar yapınca, “adam sen de!” diyemeyiz.
Fitil Türkçe ile yakıldı
Bu itibarsızlaştırma önce Türkçe ile başladı. Türkçenin eğitim ve bilim dili olmadığı düşüncesi yaygınlaştırıldı. İngilizce eğitim, misyoner okullardan Türk okullarına geçti ve anaokuluna kadar indi. Anadiline saygısı olmayanın değil ülkesine kendisine bile saygı duyması mümkün değildir.
Türkçeden sonra Türk malları ve Türk Lirası itibarsızlaştırıldı. Kaliteli mallar, ABD doları üzerinden fiyatlandırıldı. Kapitalist mahallelerde oturup proleterya ağzı ile konuşanların dillerine doladıkları “Bu ülkede yaşanmaz” şarkısı çok tuttu ve herkes söylemeye başladı.
Üniversite mezunu olmaktan başka hiçbir vasfı ve meslekî birikimi olmayanlar iş beğenmeyip bir şekilde yurt dışına gittiklerinde, her türlü ayak işini yapmaya “râzı” oluyorlar. Şanslı olanlar pizzacıda ya da benzin istasyonunda iş bulabiliyor.
Türkiye’yi beğenmeyip özenerek gittikleri ülkelerin yerli halkının ay sonunu getirmek için en az iki işte çalıştığını görünce “beceremedi döndü” demesinler diye mâruz kaldıkları İslâm ve yabancı düşmanlığına bile tahammül ediyorlar. Oysa çoğunun Müslümanlıkla pek alâkası yok, ama Türkiye’den gelmiş olmak “Müslüman” olarak yaftalanmak(!) için yeterli oluyor.
Yaman çelişki
Türkiye’deki insanların çoğu başta ABD olmak üzere, Batı ve Avrupa düşmanıdır. Ama aynı kişilerin çoğu fırsat bulsa bu ülkelere gitmeye sıcak bakmaktadır. Bu çelişki, “büyük aşklar nefretle başlar” gibi romantik bir ifâdeyle açıklanamaz. Bu çelişkinin arkasında ustaca kurgulanmış ve servis edilmiş bir algı mühendisliğinin “başarısı” vardır.
Gidebilen, yurt dışına gidiyor. Bunu “kaçmak” olarak ifâde edenler de var. Gidemeyenler ise nasıl olsa kötü olan her şeyin sorumlusu hükûmet ve kendilerinin hiç suçu yok diye düşünüp, hükûmete küfrederek kendini tatmin ediyor. Ama bu, karın doyurmuyor. Çalışmadan sınıf geçmek veya zengin olmak çoktan normalleştiği için, bu insanlara çalışmalara gerektiğini, çalışırlarsa anavatanlarında daha başarılı olacaklarını anlatmak hiç de kolay olmuyor. Bunun üstüne bir de, bir dediği bir dediğine uymayan, aynı gemide değilmişiz gibi davranan, gemi batarsa atlayacağı geminin kaptanına yalakalık yapan bir siyâsî muhalefet de eklenince, sorun, tedâviye cevap vermeyen hastanın durumuna dönüşüyor.
Vatanseverlik enâyilik oldu
Kendi ülkesi ve vatandaşı için çalışmaya üşenen, alacağı ücrete öncelik verip iş beğenmeyen ama işsiz kalınca suçu hükûmete ve devlete atan ve çözümü başka bir ülkeye kaçmakta bulan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Hatta iç içe yaşıyoruz. Bu zihniyet, birkaç nesle bulaşmış durumdadır. Onlar için bu ülkenin itibârı ve değeri olmadığı için, ülkeyi kalkındırmanın ve ileri götürmenin anlamı yoktur. Hatta ülkeyi savunmak da anlamsız bir eylem ve boş bir kahramanlıktır. Ekseni olmayan, içi boş laflarla şişirilen milliyetçilik de artık kâr etmemektedir. Artık ay-yıldızlı bayrağın bile değeri kalmamıştır. Bu sonucu doğuran kurguyu yapanlar zâten hep böyleydi. Göbekleri hep yurt dışına bağlıydı. Bir ayakları hep oradaydı. Orada ayak, Türkiye’de baş olmuşlardı. Kendi çocuğunu kötü yola düşüren ebeveynler gibi, bu milletin evlatlarını bu ahlaksız kurguya yem yaptılar.
Vatanseverlik, vatanı savunmak, vatan için ölmek onlar göre enâyiliktir. Onların vatanı, karınlarını doyuracakları kemiğin önlerine atıldığı herhangi bir ülkedir. Oturma izni, çalışma izni, Green Card almak için pasaportunu taşıdıkları Türkiye’nin aleyhine konuşmaya, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan utandıklarını söylemeye tereddüt etmezler. Bunlardan vatanseverlik beklemek safdillik olur.
Olumsuz diaspora
Başka ülkenin göçmenleri, yaşadıkları ülkelerde anavatanları için diaspora oluştururken, lobi faaliyetleri yapıp anavatanları için çalışırken, Türkiye’den “kaçanlar” aslında kendilerinin de içinde oldukları ateşe odun taşımaktadır. Türkiye’deyken üniversitelerde terör örgütlerini destekleyen imzalar atanları, basın açıklamaları yapanları düşündüğümüzde, bunların nasıl bir olumsuz diaspora oluşturacağını anlamak daha kolaydır.
1960’larda sâdece çalışmak ve Türkiye’de gerçekten iş olmadığı için Avrupa’ya gidenler, o ülkelerin sâdece ekonomilerine destek olmuştur. Ama bugün Türkiye’nin bugünkü hâlini ve buldukları işleri beğenmeyip “iş için kaçanlar”, o ülkelerin Türkiye karşıtı siyâsî oyunlarına destek olmaktadır.