Avustralya keşfedildiğinde İngiliz soyluları av alışkanlıklarını devam ettirmek için bu adaya tavşanlar getirmiş.

Farklı iklim koşullarında daha fazla hayatta kalan tavşan yavrularının sayısı arttıkça artmış. Neredeyse bazı yerleri istila edecek hale gelmiş. İngiliz yerleşimciler bulundukları alanları tellerle çevirmiş ve onları tecrit etmiş. Kaçmak isteyen tavşanlar elektrikli tellere takılıp ölüyormuş.

Ne kadar kötü değil mi?

Danimarka’da köpeklerin tecrit edildiği bir ada göçmenlerin ülkeden uzaklaştırılmadan önce tecrit edileceği bir yere dönüştürülecekmiş. Yunanistan’ın Ege’deki adaları gibi. Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin. Hele Avrupalılara hiç kimseyi muhtaç etmesin. Danimarka bu kararıyla diyor ki, artık köpekleri bile göndermediğimiz bir karantina adası göçmenlere layıktır. Göçmenlerin ülkeler için itici bir güç olduğunu görmemiz güç değil. Ama kısa vadede ekonomiye getirecekleri yük korku salıyor. Berekete inanmadıkları için misafirin kendilerinden eksilteceğini düşünüyorlar.

Danimarka’yı kendi yüksek ahlaki standartlarıyla bir süreliğine bırakıp Japonya’ya geçelim. Bu sene içinde bir animasyon film izleyicilerle buluştu: Köpek Adası. Japonya’da muhayyel bir belediye başkanı artan köpek nüfusunu çöplerin yığıldığı bir adaya gönderiyor. Oraya köpeğini aramaya gelen bir insanoğlu ile köpeklerin arasındaki ilişki inceleniyor. Japonya’nın filmde köpeklere layık gördüğü muameleyi Danimarka mültecilere görüyor. Bu arada Japonya yaşlanan nüfusu nedeniyle ihtiyaçtan fazla konut stokuna sahipmiş. Boş evleri verecek kişi arıyorlar. Bu kadar mülteci varken ne garip çelişki değil mi?

Nereden bakarsak garip bir dünyada yaşıyoruz. Eski köpek tecrit adasına mültecileri göndermeye çalışan ülke dünyanın insani gelişmişlik endeksinde zirvelerinde yer alan insanlara ev sahipliği yapıyor. Hayvan hakları konusunda da ciddi ünü var.

Diğer bir gelişmiş ülke olan geliştirdiği araçlar savaş sahalarında arazi aracı olarak kullanılan Japonya, boş evlerini mültecilere açmayı aklına getiremiyor.

Birilerine kızmayı bırakıp meselenin özüne dönelim. Vatan bizim için hem ada hem de bir evdir. Ne kimsenin vatanına sığabiliriz ne de evine. Göze batar sonradan gelen. Yeri köpeğin de aşağısına düşer bazen.

İnsanlık deriz, yaratılmış deriz, düşeni kaldırmak deriz. Elimizden geleni yapmaya çalışırız. Sonra İngiltere’de bir okulda tekmelenen bir mülteci çocuk görürüz. Danimarka’da adaya sıkıştırılmak istenen istenmeyen mülteciler. İnsanlık zor bir imtihan. Nerede karşımıza çıkacağı da belli değil. Hangimizin soru hangimizin cevap olacağı da meçhul.

Bildiğimiz tek şey insanlık onurunun hiç değilse hayvanlardan daha yukarı seviyede tutulması gerektiği.

Allah kimseyi vatansız bırakmasın. Vatanından ayrı düşürmesin vatansız bırakmasın. Zira vatansızlık köpeklerden daha rezil olmaktır. Namerde muhtaç olmaktır. Merhametsizlik ayazında donup kalmaktır. Başkasının insafına bırakılmış insanların kaderi tavşanlardan da köpeklerden de farklı olmuyor.

İnsana yakışan sadece insanlıktır. Değil insana karşı tüm varlığa karşı insan olduğunun, sorumlu olduğunun farkına varmasıdır.

Yoksa bu merhametsizlik fırtınası insanlığımızdan geriye kalan ne varsa süpürüp gidecek.