Kelimeler, kitaplar, kelebekler ve zambaklar dünyasına merhaba.
Kelimeler, kitaplar, kelebekler ve zambaklar dünyasına merhaba. Aşka, coşkuya, yenilenmeye, uslanmaya, ıslanmaya, yanarak kavrulmaya merhaba. Merhaba, yeni bir bakışa, yeni bir şiire, yeni bir doğuşa, yeni bir seslenişe, bahara, cemreye, nevruza merhaba. Havaya, suya, toprağa, ateşe ve insana merhaba. Şiire, sanata, edebiyata, kitaba, sohbete merhaba.
Bu mektubu sana yazıyorum. Senin kendine yazman gereken bir mektup gibi yazıyorum. Sevdiklerini önemsediğinin belgesi olsun anlamında yazıyorum bu mektubu. Yarına dair düşlerimizi, umutlarımızı büyütmek için, baharın mutlaka ve mutlaka bir gün bize de geleceğini aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini hatırlatmak için yazıyorum. Bir kitabı okur gibi, bir çiçeği koklar gibi, bir çocuğu sever gibi içten, samimi, karşılıksız yazıyorum. Tek temennim odur ki mektubumu okuduğunda alıp kalemi sen de bir mektubu yaz diye yazıyorum. Şiir okur gibi, sevdiğin bir müziği dinler gibi, akar suya bakar gibi, gökyüzünü, yıldızları seyre dalar gibi yazıyorum. Girişteki merhabayı bir başka mektubumda sana uzun uzun anlatacağım için selamı yüreğine, esenliği gönlüne, hasreti şiire bırakarak yazıyorum.
Uzun süredir yazışmadık. Oysa yazacak, konuşacak, üzerinde tartışacağımız o kadar çok meseleler birikti. Okuyup üzerinde mütalaa etmek istediğimiz notlarımız birikti. Neden bir türlü yazmaz insan birbirine ki? Oysa mektupların içinde ne dünyalar gizlidir. Yazarken insan konuştuğundan farklı yazar. Buna sebeptir ki yazı dili konuşma dilinden elbette farklıdır. “Kelimeleri terk et, bir şiirin olsun” cümlesiyle başlamışsın. Sanırım bu cümle Haydar Ergülen’e aitti. Yılların deneyimleri şiiri de, şairi de bir yere doğru taşır. Kelimeler ülkesindeki yolculuk, tercihler kullanmayı da öğretir insana. Yol arkadaşlığınızdaki uyum ya da uyumsuzluk bir şekilde tezahür etmeye başladığında, birileri birilerini terk etmeye başlayacak ve birileri de tercihle yolunu sürdürecektir. Kişilikleri, kimlikleri yol halinde daha çok belli olan insan, karakterini de yansıtmış olur. Kullandığı dil, normalin ötesinde mi, normal mi, tahammül sınırlarının neresindedir gibi üslup belirleyiciliği ortaya çıkacaktır. Bu durum yoldaşlığın sürüp sürmeyeceğini belirler. Kelimeler de öyledir. Seçtiğimiz, kullandığımız, bizi taşıyan, yansıtan kelimeler, şiire yerleşirken kendi benlikleriyle yerleşecektir. Dolayısıyla kelimeler arasındaki seçkimiz önemlidir. Birçok kelimeyi terk edecek, süzerek seçtiğin kelimelerle şiire ulaşacaksın. Burada şiirin dili de, hem konuşma hem de yazma dilinin dışında bir seyri bizlere söylüyor.
Süzülmüş söz dizeleridir şiir
Şiir üzerine sürekli bir şeyler söyleniyor. Herkes kendince tanımlar yapıyor. Şiirin dili ile şu an kullandığımız dil arsında bir fark mı vardır? Şiiri kelimeler nasıl süsler? Bütün kelimeler şiirde yer alır mı? Şiiri siz tanımlayacak olsaydınız ve hiç şiirle ilgili bir bilginiz de olmasaydı nasıl tanımlardınız?
Şiir dilin zambağıdır
Zambaklar en ıssız, en kuytu, en ulaşılmaz, en dik, en dolambaçlı yerlerde bulunur ve oralarda kendisini gösterir. Kır çiçeklerindeki doğallık, içimizi büyüten kokusunu şehrin çiçeklerinde bulmak imkansız. Dolayısıyla şiir, normalin ötesinde bir dili kullanmayı gerektirir. Kişi önce dilini düzeltmelidir. Önce şiirin diline ulaşmalıdır ki şair şiirini yazabilsin. Güvercinlerin öpüşmesini hiç gördün mü? Dakikalarca birbirlerine kur yaptıktan sonra gagalarını birbirlerinin gagasıyla tutarlar ve cilveyi sürdürürler. Bütün kuş ve hayvanatta da buna benzer halleri görmek pekala mümkündür. Sabah kırağısı niye yağar? Çiçeklere olan hasretindendir denilse abratılmış olmaz.
Kelimeler dünyasında dolaşırken kavradıklarımız, yakaladıklarımız bize ait olanlardır. Ne kadar çok kendimize ait kılabilirsek kelimeleri, o kadar çok tercihimiz olacaktır.
Türevlerden, ayrıntılardan, detaylardan, tasvirlerden kaçarak şiire ulaşacaktır şair. Şairin dünyasındaki kelimeler, yakalanmak istemese de bir şekilde onları yakalamanın bir yolunu bularak şiir yazabilir. İmgeler doğru kullanıldığında her türlü tasvirin de tezahür ettiği görülür. Her bir olayın, her bir okuyuşun, her bir kitabın ve şiirin bize kattıklarını zaman belirler. Anlık belirleme söz konusu değildir. Kendi iç fırınımızda kendi hamurumuz haline getirerek kelimelerden yeni bir dünya inşa edebiliriz.
Cumhuriyet dönemi şiirini anlamanın yolu, divan şiirlerini, şairlerini anlamakla mümkündür. Divandaki kelimeler, duyuşlar, hisler ve tasvirlerle tanımlamaların nasıl yapıldığını fark etmek gerekli. Divan edebiyatını ve ustalarını bilmeden, okumadan, göz ardı ettiğimizde şiirimizin cobuklaştığını, kısırlaştığını, sıradanlaştığını görürüz. Dünü bilmek önemlidir. Dün bize aittir. Bu günde yaşıyoruz ve bizimdir kuşkusuz. Peki, yarın kimindir? Bizim olması için dünle bağlantısını sıkı kurmaya, doğru anlamaya da memuruz. Yarını şekillendiren, severek okuduğumuz “İkinci Yeni” diye ifade ettiğimiz şairler de dünden beslenerek bugüne kaldılar. Yoksa isimlerini kim bilebilecekti?
Cemal Süreya, Ece Ayhan, Edip Cansever, Sezai Karakoç, İlhan Berk, Turgut Uyar, Ülkü Tamer, Oktay Rıfat gibi şairler "İkinci Yeni"nin kurucuları olarak düşünülür. Böyle düşünülse de Sezai Karakoç İslamcı ve gelenekçi çizgide yeni bir anlayış getirerek şiirleriyle onlardan ayrılır. Bu ayrılış o çizgiyi öne çıkarmasına yardımcı olacak şairlerin de yolunu açar. Erdem Bayazıt, M. Akif İnan, Çahit Zarifoğlu, Arif Ay, Mustafa Özçelik, Recep Garip, Nurettin Durman, Şeref Akbaba, Özcan Ünlü, Cumali Ünaldı Hasannebioğlu, İhsan Deniz, Ömer Erdem, Cevat Akkanat, Hüseyin Akın, İbrahim Tenekeci gibi şairlerin isimleri çoğaltılabilir. Yine farklı seslerle, getirdikleri açılımlarla Osman Sarı, Cahit Koytak incelenmeyi hak ediyor.
"İkinci Yeni", İsmet Özel’le yeni bir farklılık yaşar aslında. Özel'in şiirleri üzerinde daha özel durulması, sorgulanması, göndermelerindeki kaynak noktalarını bulmakta yarar vardır. Behçet Necatigil, Hilmi Yavuz, Özdemir İnce, Ataol Behramoğlu, Refik Durbaş, Can Yücel yolu sürdürür. Böylece bu akım Türk şiirinin bu günkü durumunu da işaretlemiş olur.
Yazdıklarını bu doğrultuda yeniden denersen, yeni şeyler yakalayacağını göreceksin. “Heybem delik deşik/öteberim eksim” diyordu Cahit Zarifoğlu. Heybeni doldurmana bak. Yeni şeyler kazandıkça çoğaldığını göreceksin. İnsan ancak kendini kıymetlendirir. Kendini değerli kılmayanı kimse değerli kılmaz. Ne kadar özgün, özel olursan o kadar özgür olma şansını elde etmiş olursun. Yeri gelmişken ifade edelim ki Sezai Karakoç genel ifadeyle üç emanet bırakmıştır bizlere: İlki İslami Şiir Akımı, ikincisi Diriliş Akımı (Diriliş Nesli-Diriliş Neslinin Amentüsü eseriyle taçlandırmıştır). Üçüncüsü ise serleri yazmış olduğu bütün eserleridir.
En azından şunu söylemeyi uygun görmekteyim; İsmi geçen şairleri yazarları ve onların kitaplarında bizlere açmış olduğu yolları doğru okumaya, yoğunlaşarak birden fazla okumalar yapmayı tavsiye ederim.
En kalbi selamlarım ve muhabbetlerimle yeni mektuplarını, çalışmalarını bekliyorum.