Savaşın ardındaki nedenler karmaşık olabilir - siyasi, ekonomik, ideolojik veya toprakla ilgili. Ancak sonuç her zaman aynı:
İnsanoğlu tarih boyunca yeryüzünde birçok güzellik ve aynı zamanda dehşet yaşadı. İnsanlık, iyilik, sevgi ve merhametin izlediği yolda ilerlemeye her zaman teşvik edildi. Ancak ne yazık ki, kötülüğün gölgesi, savaşın acımasız gerçekliği, insanlığın önünde hala bir engel olarak duruyor. 21. yüzyılın başlarında bile, savaş, dünya sahnesindeki en korkunç aktörlerden biri olarak kalıyor.
Savaşın ardındaki nedenler karmaşık olabilir - siyasi, ekonomik, ideolojik veya toprakla ilgili. Ancak sonuç her zaman aynı: Acı, ölüm, yıkım ve toplumların ruhsal yaralanması. İnsanlar, bu felaketlerin sona ermesini ve dünya genelinde barışın sağlanmasını dilemekten vazgeçmiyorlar. Ancak savaş karşıtı gösteriler düzenlense de, eylemler yapılsa da, şiirler yazılsa da, romanlar kaleme alınsa da ve ödüller verilse de, savaşın gölgesi hala uzanmaya devam ediyor.
Bütün dinler ve peygamberler savaşan dünyaya barış için gelmişlerdir. Peygamberler bunun için uğraşmışlardır. Gelen peygamberler arasında hiçbir tezat ve kavga yoktur. Tezat ve kavgalar inandıkları dinlerinin tersine kendi aralarında olmuştur. Bu durum kendi hatalarından ve bencilliklerinden kaynaklanmıştır. Oysa bizler her zaman bir araya gelerek barışı kurabiliriz. Yeter ki bencilliklerden ve şartlanmalardan vazgeçebilelim. Geçmişteki çekişmelere dönmeyelim.
Yaşam çoğu zaman, geçmişteki hataları düşünmek veya gelecek hakkında endişelenmek ile geçer. Ancak, psikolojide şimdiye odaklanmanın büyük bir önemi vardır.
Dünyada barış adeta bir ütopya olmuştur. İnsan insanın yardımcısı ve destekçisi olacağı yerde devamlı ezeni ve öldüreni olmuştur. Bir masa etrafında toplanarak savaşmadan barışı kurma olgunluğunda değildir. Aslında nefislerini ve bencilliklerini yenebilirlerse barış hiç de zor bir şey değildir.
Barışı bozan en önemli nedenlerden biri paylaşmaya bir türlü alışmamalarıdır. Dünyadaki hazinelerin ve toprakların hep kendilerinin olmasını istemeleridir.
İnsanlar kendilerine yetecek kadarıyla kanaat etmeyip diğerlerinin elindekini de zorla almaya çalışmış ve bunun için savaşmışlardır. Paylaşmasını bilen için barış zor değildir. Adalet ve hakkaniyet bunun temelini oluşturur.
Büyük düşünürlerimizden Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevî ve diğerleri hep sevgi, hoşgörü ve barışı terennüm etmişlerdir. Anadolu ve dünyada barışın yayılması için uğraşmışlardır.
Cumhuriyetin ilanından sonra da Osmanlıyı da örnek alarak “Yurtta sulh, Cihanda sulh” anlayışı dış politikamızın temel ilkesi olmuştur. Türk dış politikasının temel ilkeleri bağımsızlık ve barışseverliktir.
Atatürk’e göre “İnsan bağlı bulunduğu ulusun varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün ulusların dirlik ve gönencini de düşünmeli, kendi ulusunun mutluluğuna ne denli değer veriyorsa, bütün dünya uluslarının mutluluğuna da o denli değer vermelidir; çünkü dünya uluslarının mutluluğuna çalışmak, başka yoldan kendi dirlik ve mutluluğunu sağlamaya çalışmak demektir” Türk ulusu daima barışcı bir çözümden yana olmuştur.
Sonuç olarak, savaşın etkisi hala insanlığın üzerinde belirgin bir gölge olarak duruyor. Ancak savaşa karşı verilen mücadelede umutsuzluğa kapılmamak ve barışa doğru yürüyüşümüzü sürdürmek hayati önem taşıyor. İnsanlar, iyilik, sevgi ve merhametle dolu bir dünya inşa etme arzusuyla hareket etmeye devam etmelidirler, çünkü barış, bu çabanın en değerli ödülüdür. Savaşın insanlar üzerindeki psikolojik tahribatları oldukça büyük. Masumiyetin katilidir savaş!”.