"Ülke, kısıtlamaları kaldırmaya ramak kala Kraliçe Elizabeth'in koronavirüse yakalanmasıyla sarsıldı. Nedense bu gelişmeler hep pandemiyi ortadan kaldıracak uygulamaların akabinde oluyor, hiç şaşmıyor."
Hafta sonu Caddebostan’daki Borsa Lokantası’na aşı niyetine kelle paça çorbası içmeye gittiğimde gülmeden duramadım. Restoranın içine maskeyle girip çorbamı içerken maskeyi çıkarma halime gülmeseydim de ne yapsaydım? Öyle ya, self-servis usulü yemeğimi alacağım süre boyunca maskemi takmasaydım, muhtemelen restoranlardaki müşteriler tarafından “bilinçsiz bir vatandaş” sayılacaktım.
Hadi hepimizin gözü aydın, “hayırsever iş insanımız” Bill Gates’in yeni kitabı mayıs ayında raflarda olacak. Bir sonraki pandemiyi nasıl engelleyeceğimizin yollarını anlatıyormuş kitapta. Covid-19’dan 1-2 yıl önce “salgın ihtimalinden” bahseden Gates bu sefer hepimizi hazırlıklı olmaya çağırıyor, “çözüm önerileri” de mevcut. Daha ne isteyelim, Allah razı olsun.
Pandeminin başlarında olacak aynı Gates, birinin maske takmaya direnmesini de “çıplaklık yanlısı” olarak gördüğünü açıklamıştı. Pantolon giymekle maske takmayı da aynı cümle içerisinde normalleştirmesi elbette korona basınının pek de ilgisini çekmedi. Hayır, kimse de bu “süper zekanın” Microsoft gibi dev bir şirketi bugünlere nasıl taşıdığını sorgulamadı. Ne de olsa dünyaya damga vurmuştu değil mi?
Şimdi İngiltere Covid-19 kısıtlamalarını kaldırmaya hazırlanıyor. Hatırlayın, “sürü bağışıklığını” savunan Boris Johnson tam o sıralarda virüse yakalanmıştı. Şimdi de ülke, kısıtlamaları kaldırmaya ramak kala Kraliçe Elizabeth’in koronavirüse yakalanmasıyla sarsıldı. Nedense bu gelişmeler hep pandemiyi ortadan kaldıracak uygulamaların akabinde oluyor, hiç şaşmıyor.
Darısı Türkiye’ye demekten başka elimizden bir şey de gelmiyor. Maske “yemek yiyenle-yemek alan” seviyesine düşmüşken, “hizmet alanla-hizmet veren” arasındaki “sınıfsal ayrımın” sembolü maske olmuşken sanırım bizim de bu zorunluluğu ortadan kaldırma vaktimiz çoktan gelmişe benziyor.
Tarkan’la bağlan umuda
Gazetemiz yazarlarından Michael (Kuyucu) Tarkan’ın yeni parçası Geççek’i çok beğenmiş. Hevesini kırmak istemem Michael ama hayatımda bundan daha kötü az şey dinlemişimdir.
“Oynama şıkıdım şıkıdım’dan”, “Hüp diye içine çek beni’ye” uzanan bir kariyerden muhalefet tabanının bir şarkıyla nasıl “umut motivasyonuna” ulaştığını da merak etmiyor değilim.
Öyle ya, açık olalım, bu şarkıyı “no name” birisi yapmış olsaydı üzerine konuşmayacaktık bile, bir dönem gerçekten çok başarılı işler çıkartan Tarkan yaptığı için konuşuyoruz. Aynı şey Türkiye’nin en başarılı yazarları arasında saydığım Orhan Pamuk’un Veba kitabı için de geçerli. Adı sanı duyulmamış biri yazsaydı, muhtemelen yerden yere vurulacaktı.
Türkiye’de her kesimde “tarafını gösterme zorunluluğu hali” nedense “kalitesizliği” de beraberinde getirir oldu. Kimse ortaya çıkan eser ya da düşüncelerde kaliteye bakmıyor, hangi mahalleye oynamış ona bakıyor ve işin sonunda da “eleştirilmemeyi” bekliyor. Bu “eleştirilmesi teklif dahi edilemez hal” ister istemez tartışma zeminini dogmatik bir alana sürüklüyor.
Bir sanatçı elbette siyasi tarafını ortaya koyabilir, şarkı yapabilir, kitlelere seslenebilir. Bundan daha doğal bir şey yok. Her ne kadar anlamsız bulsam da “umutlanan” insanlar da olabilir. Fakat tarafını belli etme zorunluluğunun getirmiş olduğu “sınıfsal kaygı psikolojisinin” kaliteyi tırpanlamasına nasıl bir çözüm bulacağız?
Bunu da mı konuşmayacağız?