Biz de Horasan'ın (Erzurum) köylerinde tarlalarımızdan kendimize buğday, çayırlarımızdan hayvanlarımıza ot elde etmeye çalışırdık.

“Evladım geçmişte yokluk vardı. Şu anda yaşadığımız bolluk yoktu. Vatan kurtulmuştu ama uzun savaşlar nedeniyle yeni kurulan devlet ve millet fakirdi. İl ve yurt dışına gitmek zordu. Herkes kendi yöresinde çiftçilikle uğraşırdı.

Biz de Horasan’ın (Erzurum) köylerinde tarlalarımızdan kendimize buğday, çayırlarımızdan hayvanlarımıza ot elde etmeye çalışırdık. Hasadı iple çekerdik. Köyün tırpancıları erken hasat olan yerlere sekiz on kişilik gruplar halinde giderdik. Çayır ve tarlaları günlük yevmiyeyle biçer, gelir elde etmeye çalışırdık. Sonra kendi hasadımız için dönerdik.

Sanırım rahmetli Menderes’ten önceydi, bizim köyden 28 kişi yine hasada gittik. Köy köy konaklayarak geçen dört günlük yaya yolculuktan sonra geniş ve verimli toprakları olan köylere geldik.

“HONAZ KİMDİR?”

Bizim grubun honazı yani ekibin başı bendim. Benden daha yaşlılar da vardı ama en usta tırpancı honaz seçilirdi. Ben özel bir tırpan yapmıştım. Kolu uzun, elçeği kısa ve tırpanı genişti. Hızlı çalışırdım ve tek tırpanla geniş bir alanı biçerdim.

Ekipte bir düzenimiz vardı. Yaşlılara en az iş verilir, genç tırmıkçılar su getirmek gibi hizmet işlerini yapardı. Düzenli biçimde ibadetlerimizi yapardık. Sabah namazında tane tane sayabileceğimiz yıldızların altındaki zikirlerin keyfini başka yerde görmedim. Yaşlılar saygı görürdü. Tırpanı olanlar, tırmık yapanlara işin inceliklerini anlatırdı. Bazen oyunlar oynanırdı. Nuri amcanın anlattığı hikayelerden keyif alırdık. Şimdiki televizyon dizileri gibi her akşam uzun bir hikâye anlatırdı. Bu anlatımlar sırasında bazen ağladığımı hatırlarım.

Geniş arazileri olan bir köyün yakınlarına gelmiştik. Büyük bir tarlanın başındaki pınarda oturup bekledik. Adet böyleydi. Hangi ekip erkenden bir tarlanın başına giderse ve tarla sahibiyle anlaşırsa işe o başlar. Epeyce bekledikten sonra at üstünde yaşlı bir amca geldi. İşe başlayacağımız için sevinçliydik.

Tarla sahibiyle tanıştıktan sonra ‘Honazınızla konuşayım’ dedi. Yanına gittim. Hafif sakalları, yumuşak sesi, gülen yüzü ve derin bakışları olan altmış yaşlarında bir amcaydı. ‘Evladım ekibinizde senden daha güçlüler ve yaşlılar var, neden seni honaz seçtiler?’ dedi. Bunu soracağını düşünmemiştim. ‘Tırpan ustalığıma güvenirler’ dedim. ‘Ben de sana güvenebilir miyim’ dedi. Her halde çok içten ‘evvel Allah’ demişim ki bana sarıldı. Tırpan ve tırmık başına söylediğim günlük yevmiye rakamlarını pazarlık etmeden kabul etti.

‘Şu gördüğünüz ve yanındaki iki tarla benim. Siz biçmeye başlayın. Ben köye gidip kahvaltı getireceğim’ dedi. Ekipte bir bayram havası oluştu. Günlerce çalışacak iş bulmuştuk, yevmiye de iyiydi.

Düzenimizi aldık ve çalışmaya başladık. Tabii her iş gibi tarlayı da tırpanla biçmenin bir adabı var. Tarlanın en uygun yerinden başlayarak honaz en önde, tırpancılar arkaya doğru dizilir. Acemi tırpancıların birbirine ve biçilen başaklara zarar vermemesi çok önemli. Zira tırpanda ayakları yararlanan çok kişi olmuştur.

YÖNETEN ÇOK ÇALIŞMALI

Ekibimiz çok kuvvetliydi ve birkaç saatte bir-iki günlük biçim yaptık. Kahvaltı zamanı geçti, tarla sahibi gelmedi. Baktım ekipte homurdanmalar var. Ara vererek tırpanlarımızın ağzını çekiçledik.

Zaman öğleye yaklaşmıştı ve hala gelmemişti tarla sahibi. Arkadaşlar arasında; ‘Bu adam kimdi bilmiyoruz, belki de tarla sahibi değildi, bizi aldattı, bu kadar da çalıştık, boşa gidecek, zaman yitirmeden başka tarlalara bakalım’ şeklinde yakınmalar oldu. Ben; ‘Kötü düşünmeyelim, adam iyi bir insandı, elbet gelecektir, tarla onun değilse bile buranın bir sahibi vardır, çalışmaya devam edelim’ dedim.

Neyse ki biraz sonra adam, yanında kızı, oğlu ve atının iki heybesinde dolu tencerelerde yemeklerle geldi. Yaşlı adam durumumuza çok üzüldü ve dedi ki ‘Köyde bir kaza oldu, yaralıyı motorla ilçeye gönderdiğimizden geciktim.’ Yemeğimizi yedikten ve namaz kıldıktan sonra amca benimle sohbet etti. ‘Honazlığını çok beğendim. Liderin en önemli görevi nedir biliyor musun’ dedi. ‘Siz daha iyi bilirsiniz’ dedim.

‘Bir işi yöneten kişi; herkesten daha çok çalışmalı, iyi huylu olmalı, insanların arasındaki sıkıntıları gidermeli, önder olmalı, iş sahibi ile çalışanları Allah rızasında buluşturmalı ki hak geçmesin.’

Bizimle yemeğe oturan amcanın çok az yemesi dikkatimi çekmişti. Neden çok az yemek yediğini sorduğumda söyledikleri kulağımda küpe oldu. ‘Mal mülk ile rızık aynı değil. İki köye yetecek kadar verimli arazim var. Ama midem rahatsız olduğundan yiyebildiğim bu kadar. Bazen insanın malı az rızkı çok olur bazen de malı çok, rızkı az olur. Malın bir kısmı rızık olabiliyor…”

Rahmetli Babamın bir sohbetimizde aktardığı bir yaşantısını paylaştım. Yorum sizin.