Azalan doğal kaynaklar, artan nüfus, gelir adaletsizliği, sosyal dengede bozulmalar, emperyalist güçlerin yayılma politikaları, artan doğal afetler, pandemi gibi küresel krizler, ekonomik dalgalanmalar, yeryüzünün alışık olduğu sıcak ve soğuk savaşlar…

Üç türlü insan var: Bu dünyaya yük olanlar, bu dünyada yük alanlar ve iki gruba da giremeyenler. Yük olanlar dünyadan alabileceklerini, yük alanlar dünyaya verebileceklerini en üst düzeye çıkarmanın derdiyle ömürlerini geçirir. Diğerleri ise bazen yük alan, bazen yük olan bazen de ikisini de yapamayıp arada kalanlar. Acaba hangisi çoğalıyor ve biz hangi gruptayız?

Azalan doğal kaynaklar, artan nüfus, gelir adaletsizliği, sosyal dengede bozulmalar, emperyalist güçlerin yayılma politikaları, artan doğal afetler, pandemi gibi küresel krizler, ekonomik dalgalanmalar, yeryüzünün alışık olduğu sıcak ve soğuk savaşlar…

Bütün bunlar bireylerin maddi yaşamları kadar duygu ve sosyal yaşamlarında da çeşitli sorunlara yol açıyor. Maddi alan gibi ruhsal alandaki aşınma ve daralma da birey, aile ve toplum düzeyinde hızla ilerliyor. Dünyada ve ülkemizde bireylerin daralan ekonomik durumlarının iyileştirilmesi ve refah düzeylerinin arttırılması için devletler, kamu ve özel kurumlar ciddi çalışmalar yapıyor.

Asgari ücretin arttırılması, maaşlara zam, ek gelirlerin arttırılması, erken yaşta emeklilik, uygun krediler, temel tüketim ürünlerinde ucuzluk, ertelenen borçlar… Elektrik, su, doğalgaz gibi giderlere destek, yeni iş girişimlerine destek, toprağı ekmeye, traktörde kullanılan yakıta, fabrikada kullanılan enerjiye, yaşlıya, engelliye, ilk evini alana, ilk işini açana destek… Maddi desteklerin peşinde geçiyor hayatımız.

HAK EDİYOR MUYUZ?

Maddi imkanların iyileştirilmesi ve geliştirilmesine yönelik bütün bu çabaların yanında bireylerin daralan ruh dünyası için neler yapılacağı konusu, giderek daha ciddi bir sorun alanına dönüşüyor. Zira maddi yetersizliği gidermenin mutluluk için yeterli olmadığını biliyoruz. Maddi konforun genişlemesinin gerçek mutluluk için yeterli olmadığı gibi ruhsal konfor alanını daralttığını da biliyoruz.

Elbette sosyal devlet, vatandaşının ekonomik refahını düşünmek ve gerekli maddi destekleri sağlamakla sorumludur. Ancak bu desteklerin bireyi bağımlı hale getirmemesi, sadece kendi maddi rahatlığı peşinde koşan bir acizliğe düşürmemesi, kendi üretimini yavaşlatmaması, şükürden uzaklaştırmaması ve sonuçta ruhsal bir daralmaya yol açmaması gereklidir.

Nitekim bu kadar maddi desteğin yanında duygusal açlığımızı giderecek ruhsal desteklere ihtiyacımız artıyor. Çünkü genişleyen konfor alanı psikolojik dengeyi sarsıyor. Acaba dijital dünyanın alabora ettiği, sanal âlemin karmakarışık hale getirdiği duygularımız ve daralan ruh dünyamız hangi desteklerle rahatlayacak? Sürekli almanın peşinde olan insan, paylaşarak rahatlamayı nasıl öğrenecek? Zihinlerin zorlandığı şu zamanda akıl, hikmet ve feraset nasıl güçlenecek?

Maddi iyileştirme ve rahatlığın ruhsal doyumu da sağlayacağına inanıyoruz belki ama yanılıyoruz. Maddi sorunları çözmek yetmez. Bu yaklaşım bireyleri maddeye daha bağımlı hale getirebilir. Ve dünyadan bir şeyler alma derdi dünyaya bir şeyler verme derdinin çok önüne geçebilir.

Maddi kazanımların ve yardımların peşinde koşma uğraşısı, neyi hak ettiğini düşünenleri ve şükredenleri azaltıyor. Kamunun ve özel kurumların personeline yönelik maddi desteklerinin yanında çalışanın da işini ne kadar hakkıyla yaptığını, gerçekten alın teri döküp dökmediğini düşünmesi elzemdir

ALMAYI VERME İLE DENGELEMEK

“İşime hakkını veriyor muyum? Aldıklarımı hak ediyor muyum?” kaygısını taşımadan istemek, geçici bir maddi tatmin sağlasa da manevi tatminsizliği derinleştirir. Aldığı ile yetinmeyen, sürekli olarak isteyen, eleştiriyi bir yaşam biçimi haline getiren ve her şeye karşı çıkmayı maharet sayan, demokrasiyi kişiselleştiren, benlik çıkmazına giren insanlar çoğalıyor. Daha da vahimi bütün maddi kazanımlarına karşılık kendi sorumluluklarından habersiz olanlarımız artıyor.

Hayatı maddi desteklerin peşinde koşmakla geçen, konfor alanını genişletme derdiyle yaşayanların kendilerine dönüp ne kadar iyi bir anne, baba, işçi, memur, yönetici, patron, siyasetçi olduklarına bakmaları gerekir. Maddi konfor alanı kadar ahlakımızın, hak ve adalet terazimizin, sosyal ortamlardaki davranışlarımızın, iletişim kalitemizin, trafikteki seyrimizin ne düzeyde olduğuna da kafa yormak zorundayız. Maddi varlık edinme çabası yanında ailesine, devletine, insanlığa ne ürettiğine de odaklanmalı insan. Ve nihayet nereden gelip nereye gittiğini de unutmamalı. İhtiyaç duyduğumuz bu temel ruhsal destek kaynaklarından uzaklaşmamak için de çaba göstermek zorundayız.

Bütün maddi desteklere rağmen gerçek anlamda mutlu ve tatmin olamıyoruz çünkü ruhu besleyen desteklerimiz azalıyor. Tekrar edelim ki maddi konfor alanı genişledikçe ruh dünyamızın konfor alanı daralıyor. Böylece sadece madde dünyasında tatmin arayarak dünyaya yük oluyoruz. Oysaki asıl olan dünyanın yükünü hafifletecek mana derinliğine erişmektir.

Bunun için öncelikle haline şükredebilmek, insanların gönlüne girmek, eser bırakmak, dertlere derman olmak ve tabii ki çok çalışmak zorundayız. Maddi desteklerle yetinmeyip manevi desteklerin arayışı içinde olmak ve almanın peşinde olmayı verme ile dengelemek zorundayız.

Dünyaya yük olanlarımızın çoğaldığı açık. Şimdi hangi konfor alanımızın genişlediğini, yük olan, yük alan ya da arada kalan grupların hangisine dahil olduğumuzu düşünelim biraz.