Demokrasi, her şeyin yerli yerinde olduğu toplumlar için gerekli değildir.
(Siyasal Antropoloji notları-1)
31 Mart yerel seçim sonuçlarının fırtınası Ramazan sebebiyle hız kesmiş durumda. Ama belli ki, Ramazan Bayramı’ndan sonrası için (futbol tâbiriyle) oyun kuruluyor. İlginçtir ki, İstanbul’da yenilenecek olan seçimler, sanki tüm Türkiye’de yapılacakmış gibi bir hava var. Bu, İstanbul ile ilgili her konuda olduğu gibi, seçimlerin de tüm Türkiye’yi hatta dünyâyı ilgilendirdiğini gösteriyor. Yirmi bir günlük “mazbatalı dönem” sırasında “görmemişin mazbatası olmuş” dedirtecek şeyler yapmaya kalkan CHP’lilerin hevesleri kursaklarında kaldı. Ama CHP’de yenilgiyi kabûl etmiş olup pabucun ucuz olmadığını gösterme çabası var gibi.
Seçimler, siyâsî fikirlerin net çizgilerle ayrıldığı ve isminin konduğu süreçlerdir. Aynı âileden olanlar, aynı apartmanda ve mahallede oturanlar, aynı iş yerinde çalışanlar ve aynı okulda okuyanlar kaçınılmaz olarak bir ayrım yaşarlar. Garipsenmesi gereken bu ayrımı yaşamak, yâni kutuplaşmak” değil, bu ayrımın yaşanmamasıdır. Bu ayrım, mutlak olumsuz bir şey olsaydı, seçimlere, demokrasiye, fikir ayrılığına ve fikir ve de ifâde özgürlüğüne ne gerek kalırdı ki!
Kutuplaşmadan olmaz
“Kutuplaşma” kavramının içi doldurulurken, hep olumsuz şeyler kullanılıyor. Toplum, karpuza benzetilip “ikiye ayrıldı” deniyor. Bu ayrımın toplumsal gerilime sebep olduğu iddia ediliyor.
Demokrasi, her şeyin yerli yerinde olduğu toplumlar için gerekli değildir. Demokrasi hedefin kendisi değil yâni bir amaç değildir; aksine hedefe ulaşmak için yürünecek süreçte kullanılacak araçtır. Pek mümkün olmasa da, bir toplumda demokrasinin sunduğu şartlara gerek yoksa, demokrasinin varlık sebebi de ortadan kalkar.
Bu şartların ne olduğuna gelelim. Bu şartların başında, fikir ve dünya görüşü ayrılığı vardır. Bu da ister istemez gerilim ve tansiyon getirir. Gerilim yaşanmasın, toplumun tansiyonu çıkmasın demek, ya topluma ağrı kesici verip onu uyutmak ya da tepesine bir diktatör koymak ile mümkündür. Bu, toplumun yaşamsal faaliyetlerini askıya almak demektir. Tâbi bu durumda topluma toplum demek mümkün olur mu? Güruh hatta sürü demek bile mümkündür böyle bir topluluğa. Kaval çalan çobanın peşinde giden koyun sürüsünden farkımız olması gerekmez mi?!
Eskiden kutuplaşma yokmuş!
Kutuplaşma diye ifâde edilen durum, farklılıkların ortaya çıkmasıdır. “Kutuplaşma olmasın” demek “herkes aynı olsun” demektir. Bu “aynı olma”nın içeriği nedir diye baktığımızda da, söyleme cesâret edilemeyen “bizim gibi olsun” anlayışıyla karşılaşıyoruz.
Farklılıkların ortaya çıkmasındaki en büyük engel, korkudur. Korkunun kaynağı da en güçlü dürtü olan güvensizliktir. Kutuplaşma söylemini sakız yapanlardan çokça duyulan “eskiden böyle şeyler yoktu” sözü, eskiden baskıcı ve korku salan bir ortamın olduğunun da itirâfıdır. Ayrıca “eskiden böyle şeyler yoktu” demek, su katılmamış bir statükoculuğun ifâdesidir. Eskiden yoktu, şimdi de olmasın; her şey olduğu gibi kalsın, demektir.
Her şeyin eskisi gibi kalmasını istemek ve değişime karşı olmak, öncelikle değişimden zararlı çıkacak olmanın kullandığı bir savunma mekanizmasıdır. “Eski köye yeni âdet getirmemek”, “icat çıkarmamak”, “keyfimizin bozulmaması” gibi tâbirler, toplumun sosyal psikolojisinin Türkçeye yansımış hâlidir.
Kutuplaşmanın ayârı yok mu?
Statükoculuğun bu olumsuzluğu bir tarafta dururken, karşı tarafta da sürekli değişim hevesinin “devrimcilik” kavramıyla bir hayat felsefesi olduğunu gözden kaçırmayalım. Bunlar, ifrat ve tefrit için verilebilecek iki zıt örnektir. Mesele orta yolu, yâni sırât-ı müstakimi bulmaktır. Hiç değişmeden kalmanın mümkün olmaması gibi, sürekli değişerek yaşamak da mümkün değildir.
Kutuplaşmanın ayarının ne olduğunu ve bu ayarın mümkün olup olmadığını bir sonraki yazıda ele almaya çalışacağım.