Medeniyet mücadelesinin en önemli unsuru kuşkusuz kültür ve sanat alanındadır.
Medeniyet mücadelesinin en önemli unsuru kuşkusuz kültür ve sanat alanındadır. Dünya çapında bilim adamlarına, hikmet sahiplerine, tefekkür ehline, ilim, bilim, irfan, sanat ve edebi eserlere ihtiyaç vardır. İnsanlığın bunaldığı, bireyselleştiği günümüzde yeniden yüreğine dokunacak, aklını uslandıracak, ruhunu terbiye edecek mürebbiyecilere ihtiyaç vardır. Fıtratını bozan unsurlardan arındıracak, kendi varlık nedenlerini idrak edebilecek buluşmalara, kardeşliklere, muhabbetlere, şefkatle kucaklaşmalara ihtiyaç vardır.
Geçen ay okuyucuya Motto yayınlarınca ulaştırılmış olan “Herkes İçindeki Dünya Kadardır” kitabımızdan okuyucularımızı haberdar etmiştik. Medeniyet ekseninde hazırladığımız yedi kitaptan oluşması için dosyalar açtığımız lakin üçünün yayınlanabildiğini mevcutlarının kalmadığından yeni baskılar için kaderlerini beklediklerini de ifade etmiş olayım. Kitapların da insanlara, ülkelere benzer kaderleri var kuşkusuz. Dördüncü eserimiz aslında “Kültür ve Medeniyet” dosyamızda genel itibariyle yayınlanmaya hazır durumdadır. Üçüncüsü saydığımız “Şehir ve Medeniyet” eserimizin yeni baskısı Motto yayınlarınca yayına hazırlanıyor. Son okuyuşlarımı, dokunuşlarımı yaparak, gözden geçirdiğim, ufak tefek ilaveler yaptığım eserimiz, editörün son düzeltmeleriyle baskıya girip okuyucuya en kısa sürede ulaştırılacak Rabbim nasip ederse. “Edebiyat ve Medeniyet”, “Şiir ve Medeniyet” eserlerimizin üçüncüsü olan “Şehir ve Medeniyet” kitabımızın “Her Doğan Güneş Bir Umuttur” başlıklı yazımızı sizlere arz etmek isterim.
“İnsan yeryüzüne geldiğinden bu yana güzele tutkundur. Ruhundaki esintilerle içindeki fırtınalarla sürekli bir devingenlik göze çarpar. Yaptığı bütün işlerde bir doyuma ulaşmak için uğraşır.
Her yeni gün insan için yeni bir başlangıçtır.
Her yağan yağmur bir rahmet, her açan çiçek bir aşk, her doğan güneş bir umuttur.
İnsanın ruhunda bulunan bu fırtınalar aslında güzele olan tutkunluğun bir yansıması olarak ortaya çıkar. Her güzel şey insanın dikkatini çekmektedir. Güzeli arama bir tutku haline dönüşmüştür. Kendi eylemlerimizin, kendi düşüncelerimizin, kendi zevklerimizin sonuç noktası mutluluk ya da mutsuzluktur.
İnsanın hayat serüveni cenneti bulma arayışıdır. Güzel sanatların doğuş nedeni ruhtaki cennete kavuşma arzusudur. O nedenle şiir, edebiyat, mimari, güzel sanatların her çeşidi bu sınıflamanın içerisinde ele alınabilir.
Var olmak bir kavgayı başlatmak, bir kavgaya başlamaktır.
Varlık sebebini algılayabilmiş ve kulluk bilincine erişebilmiş kişiler, düşünme yetisine ulaşabilmiş kişilerdir. Var olmak demek düşünebilmek demektir. Düşünemeyen nasıl var olduğunu söyleyebilir?
Estetik ve sanatı nasıl seçebilir? Bu sebeple vahiy, akıl sahiplerine gönderilmiştir. Kutlu olma, seçilmiş olma, melekler üstü bir konuma ulaşabilme akıl sahibi insanın eylemidir. Ancak akıl sahibi olana sorumluluk verilebilir. Ve ancak ayırma, fark etme ve seçme özelliğine sahip olan insan, gülü dikeninden ayırabilecektir. Hayrın ve şerrin tercihini, cennetle cehennemin tercihini ancak güzeli ayırabilme şuurunu yakalayabilmiş insanlar yapabilir.
Vahiy bir ışıktır bütün insanlara ve çağlara.
Edebiyat ve şiir, insan davranışlarının bir biçimidir. Ya da bu davranışların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Martin Lings, Yirminci Yüzyılda Bir Veli, 62-63’de şöyle yazıyor; “İslamî sanat soyuttur, fakat aynı zamanda şiirsel ve latiftir. Dış kısım parlaklık ve canlılıkla örülüdür... Bitkilerin renk zenginliğini, kristallerin berrak canlılığıyla ve soyutla birleştiren bir parlaklık: Biraz kar tanesinden biraz da bahçelerden bir şeyler taşıyan arabesklerle süslenmiş bir mihrap. Özelliklerin bu tür karışımına, biçimlerin parlaklığı altında gizlenen düşüncelerin geometrisine Kur’an’da rastlamamız mümkündür. Özellikle çöl yayılması, bir beyazlık ve bir kesinlik görünümü; bütün bu özellikleri İslâm sanatında berrak bir şekilde görmek mümkündür.”
İslâm insanı, çağlar boyunca en soylu sanatın temsilcisi olmuştur. İnsana uygun mimariyi ve şiiri onlar ortaya koymuşlardır. İnsanın yaratılışına uygun üslubu dünyaya tanıtan onlardır. Batı, insan olmayı doğu toplumlarından öğrenmiştir. Onların sanatı, materyalist bir düşüncenin ürünüdür. Özünde ilahilik bulunmamaktadır. Güzelin topluma yansıması ruh zenginliğiyle ilgidir. His dünyasının fakirlik ve zenginliğiyle ilgilidir.
Bugün soylu gül şarkılarına ihtiyaç duymaktadır toplum. Toplumun aklı ve düşüncesi karışmıştır. Duyarlılığını tekrar kazandırmak gerekmektedir. Tarihî görevine erişebilmek için uykudan uyandırılmalıdır Anadolu insanı. Eşref vakitlerde uyandırmak, seherin o arınmış aydınlığını gün yüzüne çıkarmak gerekmektedir. Bu da ancak ve ancak gecenin koynunda kıyamda dualara yönelerek mümkündür. Toprağı süren çiftçinin, kahvaltısını hazırlayan annenin, öğrencisine kavuşmak için çırpınan öğretmenin kalbinde ve dilinde gül şarkıları bulunmalıdır. Kastettiğimiz gül remzi Peygamber as. Efendimizdir. Onun sevgisi her şeyin üstündedir. Âlemlerin yaratılış sırrı odur. Onun yüzü suyu hürmetine yeryüzü, gökyüzü, varlıklar âlemi ikram görmektedir.
İnsanların gönüllerine sabahın rüzgârı değmiyorsa, Kur’an’ın nefesi ulaşmıyorsa yetişecek çocuklar güle, peygamberimize nasıl sevdalansın?”
www.recepgarip.com