Dünyanın bu tarafında yaşayan bizler, bu modern sıkıntı zamanlarının da geçeceğine dair olan ümidimizi muhafaza ediyoruz.
YENİBİRLİK İSTANBUL - Alev Alatlı
Sevgili ülkemiz 15 Temmuz'da pek şiddetli bir fiziksel saldırı yaşadı. O sırada oturum halinde olan TBMM'nin üzerine yedi adet bomba bırakıldı. Binanın sağ kanadı ağır hasar gördüğü sırada, milletvekilleri toplantılarına devam edebilmek için yeraltı sığınağına indiler. Halkın temsilcileri binayı terk etmeyi reddetti ve darbe girişiminin bertaraf edildiği takip eden 24 saat boyunca mecliste muhafızlık yaptılar. Türk parlamentosunun 139 yıllık tarihi boyunca (1877'den beri) hiçbir düşmanının veya rakibinin fiziki saldırısına maruz kalmamış olduğunu lütfen unutmayın. Bu melun tecavüz, yaşanan bir ilktir.
Aynı saatlerde muhterem Recep Tayyip Erdoğan ve torunları dahil ailesinin tatil yapmakta olduğu mütevazı sahil tesislerine, gece görüşlü ağır silahlarla donatılmış bir grup asker tarafından baskın düzenlendi. Adamlar maskeliydi ve askeri yahut başka bir tür işaret, nişan vesaire taşımıyordu. Güvenlik görevlileri bu çeteyle çatışırken, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı sadece 15 küsur dakikalık farkla suikasttan kurtuldu. Uzun tarihimiz boyunca, rahmetli Başbakan Adnan Menderes dahil hiçbir siyasi liderin, kanunlara uygun bir mahkeme süreci yaşanmaksızın, hakkında bir hüküm verilmiş olmadığını da lütfen aklınızdan çıkarmayın.
"Silahsız sivillere yapılmış hiçbir saldırı mazur gösterilemez"
Gerçek şu ki, suikast ile ölmenin -birkaç isim verecek olursak, John F. Kennedy, Martin Luther King Jr, Benazir Bhutto, Thomas D'Arcy McGee, Rafik Hariri veya Mahatma Gandhi dahil- herhangi bir lider için müstahak bir ceza olabileceği düşüncesinden Türk halkı nefret eder. Şimdi bir düşünün bakalım: Gece görüşüne sahip uğursuz helikopterlerin ve savaş uçaklarının, hedef ayırmadan Ankara semalarından ateş etmelerinin görüntüsü ve çıkardığı sesler nasıl bir şeydir? Bunu düşündükten sonra bir de, bedenleri vahşice parçalanmış Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi ve benzerlerinin resimlerinin, uluslararası medya tarafından muhterem Cumhurbaşkanı Erdoğan ve/veya Türk parlamentosunun kadın ve erkek üyelerinin resimleriyle yan yana, soğukkanlılıkla servis edildiğini düşünün. Bunları düşündüğünüzde, çıldırmış haşhaşileri ne pahasına olursa olsun durdurmaya kararlı bir şekilde sokaklara dökülen Türk halkıyla empati kurmadan edemezsiniz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz on sene boyunca, takdire şayan bir şekilde, oyların %52'sini alarak en son kazandığı cumhurbaşkanlığı seçimleri de dahil olmak üzere, girmiş olduğu her bir yerel ve genel seçimi kazanmış olduğunu unutmayın. Bu nedenle Recep Tayyip Erdoğan hiç şüphe yok ki Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra gelmiş en sevilen Türk liderdir. Durum böyle olsa dahi, tankların önüne çıkan halk, kesinlikle sadece Erdoğan hayranlarından oluşmuyordu. Sabahın erken saatlerine kadar teyakkuz halinde olan büyük kalabalıklar da sadece Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin hararetli destekçilerinden oluşmuyor. Bu kalabalıklar, dünyanın, bizim de içinde bulunduğumuz kısmında, kazanılmış her bir demokratik zaferden sonra kazanılması gereken başka bir savaş daha olduğunu çok iyi bilen, tecrübeli bir ulusun, farklı farklı ideolojilere sahip fertlerinin başka kimseden de oluşmuyor.
Bizler insanların kendi hayat tarzlarını seçme haklarının tabii, temel bir hak olduğuna ve bu hakkın bu haliyle bütünleyici bir demokrasi önermesinin tabii bir sonucu olduğuna inanan, sebat sahibi bir topluluğuz. Dolayısıyla demokratik yollardan seçilmiş hiçbir hükumet, bir darbeyle devrilmeyi hak etmez. Silahsız sivillere yapılmış hiçbir saldırı mazur gösterilemez, hele ki bu saldırı, halkın bizzat kendi ordusu tarafından, halkın nice güçlüklerle kazanıp da ödediği vergilerle alınmış silahlarla gerçekleştirilmiş ise.
15 Temmuz'un bir "Play Station" oyunu olmadığını aklınızdan çıkarmayın. İki yüz ellinin üzerinde erkek ve kadınımızı kaybettik. Yaklaşık bin beş yüz kişi yaralandı ve aralarında muhtemelen kurtulamayacak derecede ağır yaralı olanlar var.
"Türkiye'de bizler kızgınız, yaralıyız"
Bütün bu meselenin özü şu ki, Türkiye'de bizler kızgınız, yaralıyız. Bu nedenle şefkat falan değilse de, dostlarımız ve müttefiklerimizden bir parça teselli ve uluslararası medyadan da, görünüşte de olsa asgari bir saygı beklemekteyiz. Korktuğumuz gibi BBC Arabic, Sky News Arabic, El Arabiya TV'nin, ITN'in diplomasi editörünün ve Amerikan haber ağlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "işinin bittiği" veya "Almanya'ya kaçtığı" gibi birer yaygara misali olan yorumlarına tanık olduk.
Sunday Times'ın hiç arlanmaksızın, bu haydut zümreyi "demokrasinin ve laik hukukun egemenliğinin bekçileri" olarak sunduğu gibi, bizim yerleşik muhabirimiz Andrew Finkel da tipik bir şekilde, Türkiye'deki bu sahnenin gerçeğini görmezden gelerek, The Guardian'daki köşesinden büyük bir kibirle şöyle bir tavsiyede bulundu: "Başarısız olmuş darbeden çıkan ders şu ki Türkiye, bölünmüş toplumun farklı kesimlerini bir araya getirebilecek veya en azından bu yönde çalışmaya istekli olacak bir lidere ihtiyaç duymaktadır." Bu tavsiye, 20 senedir aramızda yaşayan bir adamdan geldi.
"Dört büyük partinin Türk milletvekillerinin, hükumeti devirmeye yönelik darbe girişimin başarısız olmasından sadece birkaç saat sonra bir araya gelmiş olması çok büyük bir beraberlik göstergesiydi" gibi reddedilemez gerçekler yazılırken, diğer taraftan pervasızca düşmanlık eden bir izahatın da çoktan tasarlanarak servis edildiğini öğrenecektik: " [Birbirlerine rakip olan her bir siyasi partinin milletvekilleri darbeyi oybirliğiyle kınadılar], kınamasalar, yeniden dirilmekte olan görev başındaki diktatörün (Erdoğan'dan bahsettiğini unutmayın!) öldürme maksatlı ölümcül derdest gruplarına dahil olacaklarını biliyorlardı." Bu zorba yorumcu, Global Research'ten Joachim Hagopian'dı. Meslek olarak eski bir subay olan bu küfürbaz Amerikalı psikolog, utanmaz bir şekilde duruma dair iftiralar atan ve tepeden bakan değerlendirmesini aceleyle sundu: "(Erdoğan gibi!) siyasi liderler, iktidarda kalma mücadelesi verirken tipik bir şekilde ne yaparlar? Kolay ikna edilebilen, bayrak sallayan vatandaşlarda (Türk halkından bahsediyor!) şovence bir milliyetçiliği uyandırabilmek için sahte bir darbe yapar veya savaş çıkarırlar ve dahili veya harici düşmanlara savaş tehdidinde bulunurlar ("Doğulu despotlar" hakkındaki bu kaba kinayeyi de not edin.)
"Dünyanın, kulakları oryantalist kurgularla tıkanmamış insanlara ihtiyacı var"
Time, Newsweek, The Economist ve Der Spiegel gibi dergilerin kapaklarından dolayı çok büyük bir şaşkınlık yaşasak da, kanlı girişimin üstünü örten ve OHAL durumunda alınan tedbirlerin kaçınılmaz bir neticesi olan huzursuzluk havasını yaymayı başarmış gazetecilik becerisinin ne menem bir şey olduğunu idrake çalışsak da, yaraya esas tuz biberi, Obama ve Kerry gibi Batılı liderler, "Ancak, artık başka bir tercihleri kalmadığı gibi bir görüntü verecek şekilde, en sonunda durumu kabullenerek Erdoğan hükumetine destek veren beyanatlar vermeden önce, Erdoğan'ın devrileceği umuduyla saatlerce" sessizce bekleyerek ektiler.
Hz. İsâ (aleyhi's-selâm) Matta 11:16-24'te "Kulağı olan işitsin" demişti. Bu âyette, büyük bir alicenaplıkla, gerçekten de ben-merkezci olabilen ve tipik bir şekilde kendilerini kainatın merkezi gibi gören çocuklara benzettiği kibirli Farisilere atıfta bulunuyordu. Farisilerin şikayetleri genelde kurgusal olaylar hakkındadır. Ancak, kurgu çok büyük bir fesat üretebilir.
Dünyanın bu tarafında yaşayan bizler, bu modern sıkıntı zamanlarının da geçeceğine dair olan ümidimizi muhafaza ediyoruz. Edep, namus ve vicdan sahipleri Batı ufuklarında tekrar zuhur edecektir; ağıdımız kulaklarına ulaştığında yas tutacak, kutlama cıvıltılarımızı işittiğinde de sevinecek olanlar. Heyhat! Dünyanın, kulakları oryantalist veya İslamofobik kurgularla tıkanmamış insanlara ihtiyacı var.