Önümüzde ciddi açıdan sıkıntılı bir dönem var.

Seçimlerden hemen sonra uygulanacak politikalar – kim gelirse gelsin – üç aşağı beş yukarı aynı olacaktır. Yani iç açığı kapatacak mali tedbirler ve toplam kredi genişlemesini kontrol altına alacak parasal sıkılaştırma. Bunu yanında her partinin bu politikaları uygulayış tarzı ve bu politikalara ekleyecekleri yardımcı politikalar farklılaşacaktır. Partilerin politika farklılıkları, genelde, yaklaşan ekonomik çöküntünün faturasını daha çok kimin ödeyeceği konusundadır. Bu konuya ilerleyen günlerde değiniriz. Bugün ise daralma konjonktüründe firmanın ne yapması gerekir, özellikle bir döviz krizi menşeli daralmada yeniden nasıl örgütlenmesi gerekir, bu konulara gireceğim. Ne de olsa seçimlerden sonra, bu konu herkes için yakıcı olacaktır.

BİR DÖVİZ KRİZİ ÖNLENİRSE NE OLUR…

Benim seçimden sonra beklediğim istikrar politikası genel olarak iç talebin kısılması ve faizlerin arttırılması temelinde gerçekleşecektir. Bu durum firmalara en genel biçimde şu şekilde yansıyacaktır: Satışlarda düşüş, kısa vadeli likidite imkânlarının azalması ve aynı zamanda kısa vadeli sermaye maliyetinin yükselmesi. Eğer bu politika uygulanırsa, dolar kuru sene sonu denge kurunda karar kılar, yani 4,50 TL. Yani böyle bir politika uygulanırsa firmaların döviz maliyetleri bugünküne göre artmayacaktır. Bu durumda bir döviz krizi çıkmayacaktır… Ancak firmaların hem bankalardan nakit bulma imkânları azalacak hem de satış gelirleri düşecektir. Yani birçokları için bugünkü firma büyüklüğünde ısrar etmek iflasın başlangıcı olacaktır.

Firmalar ne yapmalı? Her şeyden önce, satışların düştüğü bir konjonktürde maliyetlerin de düşürülmesi gerekir. Öz kaynak imkânı yüksek firmalarda (yani patronların ellerini ceplerine atıp “cash” para çıkabilecek durumda olduğu firmalar), bu durum daha kolay atlatılacaktır. Ancak Türkiye ekonomisinin ve imalat sanayiinin genelinde firmalar yüksek kaldıraç oranlarıyla çalışan yani özkaynakları görece düşük düzeyde olan firmalardır. Bu durum firma ölçeği küçüldükçe daha vahimleşmektedir. O takdirde, Türk firmalarının büyük çoğunluğu için eldeki stokları azaltmadan üretimi arttırmamak, belki üretimi talepten daha yavaş arttırmak yolu ile stoklar eritilebilir. Bu da ister istemez üretim kaynaklarında tasarrufa gitmek gerekliliğini ön plana çıkarmaktadır. Kısa vadede bunun iki yolu vardır: Ya ücretleri düşürmek ya da işçi çıkarmak. Özellikle küçük firmalar için bu kaçınılmaz olacaktır; çünkü aksi halde firma iflas edebilecektir. Eğer küçülme gerçekleşirse firmanın işletme sermayesi ihtiyacı da azalacaktır. Söylemeye gerek yok, makro iktisadi açıdan işsizlik artacak ve ekonomi yavaşlayacaktır.

Küçülmenin uzun dönemde devam etmesi durumunda, firmanın kendi ölçeğini küçültmesi, yani fabrika veya üretim tesisini hacmen ve kapasite olarak küçültmesi gerekecektir. Bu daha uzun zaman, daha iyi planlama ve daha çetin mesai gerektiren bir iştir. Bir ekonomide bu durumu incelemek için en önemli rasyo Maddi Duran Varlıklar / Özkaynak oranıdır. Bu oranın normal şartlarda 1 civarında olması gerekir ki, Türkiye’de bu bütün firmalarda ortalama yüzde 78,9’u bulmaktadır. İçecek sanayi dışında bütün imalat sanayi sektörlerinde bu oran 1 veya 1’den küçüktür. Yani firmaların sahip olduğu özkaynaklar maddi duran varlıklarını karşılamaktadır. Bu iyi bir durumdur, en azından firmanın uzun dönemli küçülmeye gidebilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. İçecek sektörü bu açıdan sıkıntılıdır. Daha kredisi ödenmemiş üretim tesislerini elden çıkarmak zararı arttıracaktır. Dolayısıyla uzun dönemde imalat sanayinde genel bir ölçek küçülmesi gerçekleşebilir.

Bir – üç sene arası bir dönemde firmaların kendi mali yapılarını ve likidite oranlarını ideal değerlere çıkarması akabinde, ki bu arada hükümet kendi vergi yapısını, harcama kompozisyonunu ve cari açığını ideal sayılabilecek düzeylere çekmiş olabilir, Türkiye hem ihracata hem de yüksek katma değerli üretime yönelik, yeni ama daha sağlıklı, bir büyüme ivmesi kazanabilir. Bu da yazının başlığıdır: Küçülürken büyümek…

DÖVİZ KRİZİ ÖNLENEMEZSE NE YAPMALI?

Bizim için en korkutucu senaryo budur. Geçmişte bunun benzerlerini yaşadık. Hadd -i zâtında, 1853-56 arasındaki Kırım Harbi’nden bu yana bu ülke dış borç kaynaklı iç talep genişlemesine dayalı bir büyüme modeli içerisindedir. Arada Atatürk’ün dönemi (1923 -1938) ile 1960’lardaki planlı büyüme dönemini çıkarırsak (toplam 25 senedir) 1858 Borçlanmasından bu yana geçen 160 yılın 135’i dış borca dayalı iç talep büyümesi modeli ile geçmiştir. Bugünkü şartlar daha çok 1994 Krizi’ni çağrıştırmaktadır. Bu büyüklükte bir kriz iktidar değiştirir. Sadece o olsa kaybeden iktidar partisi olur, der geçeriz. Ancak kontrol edilemeyip patlayan bir döviz krizi minimum 2 sene durgunluk, hükümetin istikrar politikasının daha da arttırdığı bir hayat pahalılığı ve işsizlik, binlerce firmanın ve bankaların iflası anlamına gelir. Yani aklı başında hiç kimsenin –eğer hain veya saf değilse- böyle bir senaryonun gerçekleşmesini istemesi mümkün değildir. Varsayalım ki, hükümet başarısız oldu, kuru kontrol altına alamadı, firmalar bu tür bir felâket için şimdiden ne yapmalıdır? O zaman söyleyelim ne yapılması gerektiğini…

Bir kere, para birimi uyuşmazlığı ve vade uyuşmazlığı sorunları çözülmelidir. Para birimi uyuşmazlığı, firmanın gelirlerinin bir para birimi giderlerinin de başka para birimi cinsinden olmasıdır. Örneğin bir firmanın gelirlerinin yüzde 90’ı TL yüzde 10’u dolar cinsinde ise öte yandan giderlerinin yüzde 60’ı dolar cinsinden yüzde 40’ı TL cinsinden ise firmanın gelirlerinin yüzde 60’ının dolar cinsine çevirmesi gerekir. Aksi takdirde ani bir devalüasyonda firma iflas eder. Vade uyuşmazlığı ise, kısa vadeli yabancı kaynaklar ile kısa vadeli varlıkların birbirine denk olmamasından, kısa vadeli yabancı kaynakların kısa vadeli varlıklardan daha yüksek olması sonucunda ortaya çıkar. Firmaların bir mali danışman yardımıyla yapılarını dönüştürmesinde fayda vardır. Firmaların yapısal problemlerini çözmesi için kaldıraç oranlarını da düşürmeleri gerekir. Bu ise özkaynaklarının birkaç katı borçlanmalarından ortaya çıkmaktadır. Tabii ki, bunun için de, yine üretimi kısmaları gerekmektedir.

Ya benim gibi sıradan maaşlı çalışanlar ne yapacak? Boğazımızdan keseceğiz, tatili ucuza getireceğiz, dışarıda yemek yemeyeceğiz, mağazalardan özellikle ithal giyim malzemesi ve yiyecek almayacağız, mümkün olduğunca yerli malı tüketeceğiz. Mümkünse yabancı para cinsinden borçlanmayacağız. O zaman, bir döviz krizini en az hasarla atlatırız. Tabii ki, işimizden olmazsak…